Boyalı Dağları; kulakları kesik, boynu halkalı karabaş köpeklerin havlama seslerini dinlemek için kulaklarını dikmiş duruyor. Eskiden çoban köpeklerinin kulakları kesilirdi. Hasımları tarafından boğuşma sırasında zayıf düşmemeleri için enikken kulak uçlarından kesilirdi. Kulağı kesik deyimi; oradan kalmadır. Rakip köpekler ile düşman kurtla boğuşurken kulaktan yakalanmaması için kesilirdi. Karabaş köpekler, Kangal köpeğidir. Bir tehlike karşısında kesik kulaklarını dikerek pür dikkat kesilir. Sürüsünü otlatan çobanın kaval sesini özlemiş gibi duran dağların hüzünlü bekleyişini görenler de hüzünleniyor. Boyalı Dağları’nın bu bekleyişi çeyrek asırdır sürüyor. Kim bilir, daha ne kadar sürecek? Dağlar, gurbetteki yakınlarını bekleyen buruk hayalli yaşlı gibi bekliyor. Direksiz duran gök kubbenin elbet bir gün çatlayıp çökeceği Kur’an’da belirtiliyor. Kim bilir, gökyüzünün çatlayıp parça parça üzerine çökeceği günü bekliyor? Dağlar, yanar dağlar gibi patlayıp gökyüzüne doğru param parça savrulacağı günü bekliyor gibi duruyor. Kim bilir, denizlerin kaynar sular gibi kaynayıp kendisini yutacağı günü bekliyor. Kim bilir, boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı günü bekliyor. Üzerinde işlenen iyilik ya da kötülüklere şahitlik yapacağı zamanı bekliyor olmalı. Belki de, zalimden mazlumun hakkını alacağı vakitte tanıklık yapmayı bekliyor? Bu bekleyiş, belli ki kıyamete kadar sürecek. Gören gözler bakmaz mı? Dağlar nasıl dikilmiş? Yere bakmazlar mı, nasıl döşenmiş? Düşünen akıllar, güneşin ışığı sönüp dünyanın kararacağı zamanı düşünmezler mi? Direksiz duran gökyüzünü kimin durdurabildiğini anlamazlar mı? Yeğer Mezarlığı denilen mevkiinin tam göbeğinde Yarbasan Köyü’nün Mezarlığı vardı. Köylüler yıllar yılı evlatlarını, analarını, babalarını, yakınlarını ve eşlerini genç-yaşlı demeden bu mezarlığın karnına kendi elleriyle koydular. Bir daha oradan hiç çıkmayacaklarını bile bile kendi elleriyle koydular. Kara toprağın altına kâinatın en değerli varlığı olan yakınlarının cansız görünen bedenlerini gömdüler. Kara toprağın kara bağrında çürüyüp toprak olmak her canlının mukadderatıdır. Kaçınılmaz sonudur. Her insan bir gün ölümle pençeleşecektir. Azrail’in pençelerine düşenin bedeniyle ruhu birbirinden ayrılacaktır. Bedenle ruh birbirinden ayrılırken aralarında şöyle bir konuşma geçmiş olabilir. Doğruyu, Allah bilir. Ruh bedene: -“Ey bedenim! Ne kadar yükselirsem yükseleyim, Cebrail’in bile geçemediği arştan öte gidemem. Elbet bir gün, mahşerde buluşacağımızı umarım! Korkarım, o hesap günü birbirimizin yüzünden sorguya çekilmeyiz. Cennette buluşmak üzere hoşça kal! Kur’an’ın Fecr Suresinin son bölümünde insanlığın müjdelendiği ayette buyrulan “Ey mutmaine olmuş nefis Allah senden, sen de Allah’tan razı olmuş halde haydi gir cennete.” denilen müjdeye birlikte kavuşuruz.” Bu söz üzerine bedende ruha: -Ey ruh! Ne ettik, ne eylediysek birlik de ettik, eyledik… Elbet bir gün yaptığımız iyilik ya da kötülüklerin hesabının sorulacağını biliyorduk. Fani dünyadan baki olan aleme gidiyoruz. Sen yedi kat semalara yükselirken ben de, kara toprağın altına gidiyorum. Mezardan ileri yol yok derlerdi. Meğer doğruymuş. Devam ediyor… Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın