Leman Dergisi’nde yayımlanan Hz. Muhammed’e yönelik karikatür, mizah sanatındaki ifade özgürlüğünün sınırları ile toplumsal hassasiyetler arasındaki gerilimi gündeme taşıdı. Pek çok kişinin hassas olduğu bir konuda yapılan karikatür, mizahın sınırları nerede başlar, nerede biter sorusunu da kaçınılmaz kıldı.

Karikatür, modern anlamda basın tarihinin en keskin ifade biçimlerinden biridir. Fransız tarihçi Annie Duprat’a göre karikatür, tarihsel süreçte hem “iktidar eleştirisinin dili” hem de “toplumsal belleğin aynası” olmuştur. Ancak bu ifade biçiminin en tartışmalı yönü, hicivle hakaret arasındaki o ince çizgide saklıdır.

Geçtiğimiz günlerde Leman Dergisi’nde yayımlanan peygamber karikatürü, Türkiye’de karikatür sanatının bir kez daha kamu vicdanı ve ifade özgürlüğü kavramları arasında sıkıştığını gösterdi. Alman siyaset bilimci Reemtsma’nın belirttiği gibi, “Karikatür birilerini rahatsız etmediği sürece çoğu zaman gücünü yitirir.” Ne var ki rahatsızlık uyandırmak ile bir inancın kutsallarını çiğnemek farklı boyutlardır.

Kültürel Gerilimin Kıvılcımı

Hukuk literatürü, ifade özgürlüğü kavramını tartışırken genellikle John Stuart Mill’in çizdiği sınırdan hareket eder: Bir bireyin özgürlüğü, başkasının özgürlüğüne müdahale ettiği noktada biter. Bu düşünce, AİHM kararlarında da sık sık vurgulanır. Wingrove v. UK davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dini hassasiyetlere yönelik hakaretin belli durumlarda ifade özgürlüğü kapsamı dışında kalabileceğine hükmetmişti.

Karikatür sanatında ise bu sınırı belirlemek çok daha zordur. Karikatür, abartma ve grotesk imgelerle toplumsal tabuları alt üst ederek şok etkisi yaratır. Ancak bu şok edici mizah, özellikle dini figürlere yöneldiğinde hem yerel hem küresel düzeyde çatışmalara zemin hazırlar. Bazı saldırılar sonrası yapılan akademik analizler karikatürün salt mizah değil, bazen de kültürel gerilimin kıvılcımı olabileceğini ortaya koydu.

Günümüz mizah anlayışı, dijital çağda hem daha erişilebilir hem de daha denetimsiz. Sosyal medyaya düşen karikatürler kimi zaman bağlamından kopararak hızla yayabiliyor. Bu da eleştiri dozunu artırıyor. Oysa mizah kuramcıları, karikatürün amaçlı uyumsuzluk ilkesine sadık kalması gerektiğini savunur.

Burada asıl mesele, hicvin yönünün ‘güce’ mi yoksa ‘mağduriyet temsiline’ mi döndüğüdür. Fransız mizah düşünürü Henri Bergson’un dediği gibi: “Mizah, toplumsal bir disiplindir; tekme güce vurulduğunda güldürür.” İnanç sembollerine yönelen karikatürlerde ise toplumsal güç ilişkileri ters yüz olur; mizah, çoğu zaman inananları rencide eden bir söyleme dönüşebilir. Bu da toplumsal birlik ve beraberlikte çatırdamalara neden olarak kötü sonuçlar doğurabilir.

Eleştiri mi, Düşmanlık mı?

Kültür sanat araştırmacıları kültürel kimliklerin aşağılanmasının, ötekileştirici bir mizah formuna kayabileceğini savunur. Buradan bakınca Leman Dergisi örneğinde olduğu gibi, bir karikatürün toplumsal uzlaşıyı zedeleme potansiyeli, ifade özgürlüğünü meşru kılan argümanları da tartışmalı hale getirir.

Bugün geldiğimiz noktada karikatür sanatının kendi öz denetimini sorgulaması gerekiyor. Çünkü mizah, sınır tanımadığı oranda sorumluluk gerektirir. Karikatürist George Grosz’un meşhur sözünü hatırlamak gerekir: “Karikatür bir silahtır; ama kime doğrultulduğu, neyi hedef aldığı önemlidir.”

İnce Bir Çizgi

Sanatın kamusal alanda yankılanan etkisi, o özgürlüğün hangi etik ilkelerle kullanıldığı sorusunu da beraberinde getirir. Hakaretle hiciv arasındaki o ince çizgi, belki de mizahın kendini sürekli yeniden tanımlamasının sebebidir. Belki de karikatürün gücü tam da buradadır: Toplumsal refleksleri provoke ederken, bize “Mizah nerede biter? Saygı ve hassasiyet nerede başlar?” sorusunu tekrar tekrar sordurur. Böylece bu sorulara verebildiği cevaplarla birlikte kendini yeniler ve dönüştürür.