Harman, reçberin burnundan soluduğu zamandı. Bir yıllık emeğinin karşılığını aldığı andı. Hayalin seraba ya da servete dönüştüğü demdi. Benimse harmanım okumak veya sanat sahibi olmak için şehre gitmekti. 1969 Yılı harman mevsimi idi. İlkokulu bitireli üç yıl olmuştu. Radyodan yatılı okulların kabul şartlarını izlemeye çalıştım. Gazete mi? Ne gezer! Yaş itibariyle yatılı okullara müracaat hakkım yoktu. Okumak için tek fırsatım İmam-Hatip Okulunda okumaktı. Oraya girişinde sınavla olduğunu öğrendim.

Dövenle harman sürdüğümüz her günkü gibi annem o günde harman yerine öğle yemeği getirdi. Babam, bana para verip koş bakkaldan “cıngıl üzüm getir.” dedi. Cıngıl üzüm namı bizim oralarda salkım yeşil üzüme aittir. Annem, Ağustos sıcağında sap yüklü arabamızın gölgesinde çayıra sofra açtı. Menüde biber dolmasının yanında koyun, keçi, manda ve inek sütünden müteşekkil sarımsaklı süzme yoğurt ile üzüm vardı. Köy ekmeği sofraların olmazsa olmazıydı. O zamanlar ne yenirse yensin ekmeğe katık edilirdi. Bir zeytin bile iki veya üç ısırışla tüketilirdi. Yemek dolma da, sarma da olsa ekmeğe katık yapılırdı.

Babam harmanda bile bakkaldan arpa ya da buğdayla alış veriş yaptırmazdı. Bakkala veresiyeden hoşlanmazdı. Ne alınacaksa parayla idi.. Bizim oralarda arpa, buğday ölçüsü olarak halk arasında kabak, mintan, şinik, demir, kile tabiri vardı. Bakkallar şinik ve kabağı kullanılırdı. Kurtuluş Savaşının acıları, İkinci Dünya Harbinin sıkıntıları henüz atlatılmış değildi. Aileler savaşlardan büyük tahribat almıştı.  İktisadi bağlamda düzlüğe çıkıldığı söylenemezdi. Halkın çoğu hâlâ giyecek ve yiyecek sıkıntısında idi.

Taşınır maddi varlığımız biri kır, diğeri doru bir çift at, buzağılı inek, malaklı manda, eşek ve bir de kara köpeğimiz vardı. İneğimiz her yıl buzağı, mandamız da iki yılda bir malak doğururdu. Sağılır otuz koyunumuz ile beş de keçimiz vardı. Hindi ve tavuklarımızı da unutamam. O dönemler, kırsalın köylerinde bizim kadar hayvana sahip aileler hâli vakti yerinde sayılırdı.

Yemekte benim okul mevzuu konuşuldu. Artık beni İmam Hatip okulunda okutmaya razı oldukları ağızlarının çalımından anlaşılıyordu. Birden haftaya imtihan varmış, dedim. “Sen nerden biliyorsun” dediler. Dün Kırka ’ya gittiğimizde duydum, dedim. Babam: “Hazırlan Amcan yarın Eskişehir’e gidecek. Onunla gidip okula müracaatını yap.” dedi. Babam: “Akşam banyo yap. Üstüne başına çeki düzen ver. Doğru Kırka’ ya, amcanın yanına …” dedi. Kayıtta komşu köyden Kümbetli Yanıkların Lütfi ile oğlu Himmet’i gördük. Himmeti ile babasını tanıyordum. Bir hafta sonra yapılan sınavı doksan bir puanla dokuzuncu olarak kazandım.

Sofrada kız kardeşim: “Bizim patates tarlasına hindi on kadar yumurta yapmış, getireyim mi?” diye sordu. Babam kazancınıza haram bulaştırmayın. Dilinizi yalana alıştırmayın. İşinize hile katmayın. İnsanlar arasına fitne sokmayın. Doğruluk ve dürüstlükten ayrılmayın. Başkasının hakkına göz koymayın. Kim bilir, hindinin sahibi o on yumurtaya ne kadar muhtaç? Tercihiniz mağdurdan, mazlumdan yana olsun.

Başkasının hakkına tecavüz edene yâr olmayın. Onun hüsranı yakındır. İntikam peşine düşmeyin. İnsafın elden bırakmayın. Merhametli, adil, dürüst Müslüman nasıl olunur ona bakın.” diyerek, bizlere her zaman olduğu gibi haram ile helalin farkını kendi bilgisince belletmeye çalıştı. İnsan hakkı günahıyla kirlenmiş Müslüman kurtuluşa erebilir mi? Hz. Peygamber, bir gün minberde: “İşte malım. Kimin bende ne hakkı varsa gelip alsın!” buyurmuş. Ödenmesi zor hak, insan hakkıdır.

Hak sahibi sarfı nazar etmedikçe hakkın ödenmesi kabil değildir. İnsan hakkına tecavüz zulümdür. İslami emir olarak Kur’an okumaktan kasıt Kur’an’ı mana olarak anlayıp onun emirleri doğrultusunda yaşamaktır. Müslüman Kur’an ahlakına göre davranışlarını “çek” etmedikçe Kur’an’ı anlamış sayılır mı? Yalandan, talandan, iftiradan, suizandan, laf taşımaktan, gıybetten, mürailikten, müzevirlikten, münafıklıktan kendini kurtarmadıkça öbür âlemde kurtuluşa erenlerden olabilir mi?

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!

Yunus Emre GÜLLÜ-09 ARALIK 2023 /Milli irade