Her sabah uyandığımızda, teknolojiyle olan ilişkimiz bir önceki günden daha derin, daha kişisel bir hâl alıyor. Çoğumuz henüz kahvemizi yudumlamadan önce bile akıllı telefonlarımıza göz atıyoruz. Kimden mesaj gelmiş, dünya neler konuşuyor, trafik ne durumda… Ve tüm bu bilgiler artık parmaklarımızın ucunda değil; bileğimizde, cebimizde, hatta evimizin duvarında bir sesle ulaşabileceğimiz bir asistan hâline gelmiş durumda.
Yeni nesil teknolojiler, artık sadece işleri kolaylaştıran araçlar değil. Onlar hayatın ta kendisi. Oturduğumuz koltuktan, izlediğimiz diziye kadar her şey kişiselleştirilmiş. Yapay zekâ algoritmaları bizden daha iyi biliyor neye güleceğimizi, ne zaman yorulduğumuzu, hangi müziği dinleyip hangi reklamla karşılaşmamız gerektiğini. Bu bilgi bolluğu içinde konforlu bir hayat sunuluyor gibi görünse de, kontrol yavaşça el değiştiriyor.
Nesnelerin İnterneti, sıradan eşyaları olağanüstü kıldı. Akıllı süpürgeler evi bizden önce tanıyor, buzdolapları eksik ürünleri sipariş ediyor. Sağlık teknolojileri, bilekliğimizdeki küçük bir çip sayesinde kalp ritmimizi ölçmekle kalmıyor, olası riskleri önceden bildiriyor. Bunlar harika şeyler. Gerçekten öyle. Ama...
Ama her kolaylığın arkasında bir gölge var. Her ‘kabul et’ butonuyla verdiğimiz izinler, hayatımızın görünmeyen güncesini oluşturuyor. Sadece ne yaptığımız değil, ne düşündüğümüz bile artık tahmin edilebilir. Bu da bizi teknolojinin en tartışmalı alanına getiriyor: "mahremiyet".
Verilerimiz, birer para birimi hâline geldi. Biz farkında olmadan dijital dünyaya “ben kimim” sorusunun tüm yanıtlarını veriyoruz. Tercihlerimiz, alışkanlıklarımız, zayıflıklarımız bile pazarlanabilir hâlde. Büyük veri şirketleri için birer kullanıcı değil, algoritmaların besin kaynağıyız adeta.
Elbette bu gelişmeleri tamamen şeytanlaştırmak da haksızlık olur. Teknoloji, sağlıkta çığır açtı. Eğitim artık dünyanın dört bir yanına erişilebilir durumda. Engelli bireyler için hayat kalitesi yükseldi. Deprem, yangın, sel gibi afetlerde erken uyarı sistemleri sayesinde hayatlar kurtarılıyor. Ama işte tüm mesele, bu güçle ne yaptığımızda yatıyor.
Yeni nesil teknoloji, aslında yeni bir sorumluluk demek. Artık sadece kullanıcı değiliz. Etik soruların muhatabı, karar verici konumdayız. “Yapay zekâ şu kararı verirken insaflı mıydı?”, “Bu robotun verdiği tıbbi teşhis insanı yeterince anladı mı?” gibi soruların sorulması gereken bir çağdayız.
Bu çağda geri kalmak korkutucu ama sorgusuz ilerlemek çok daha tehlikeli. Gelişimi izlemekle yetinmeyip yön vermek, bilinçli tüketici değil, bilinçli birey olmak zorundayız. Çünkü teknoloji artık sadece cebimizde değil, bizi şekillendiren bir güce dönüşmüş durumda.
Öyleyse asıl mesele şu: Bu hızla akan dijital çağda, biz hâlâ kim olduğumuzu hatırlayabilecek miyiz?