Sokak ortasında bir çığlık yankılanıyor. Ne bir bıçak, ne bir silah… Ama belki de en kalıcı yarayı o taşıyor: Kezzap.
Halk arasında "kezzap" olarak bilinen nitrik asit, güçlü ve aşındırıcı bir kimyasal. Aslında sanayi için üretilmiş; plastikten gübreye, ilaçtan patlayıcıya kadar pek çok alanda kullanılıyor. Ancak son yıllarda adı sadece laboratuvarlarda değil, karakol tutanaklarında da sık geçmeye başladı. Nedeni, bazı insanlar tarafından intikam, kıskançlık ya da nefret duygularıyla, başka birinin yüzüne ya da bedenine atılarak bir ömür sürecek fiziksel ve psikolojik yaralara yol açması.
Peki böylesi bir madde, nasıl oluyor da bakkaldan alınır gibi bu kadar kolay temin edilebiliyor?
Türkiye’de kezzap gibi tehlikeli kimyasallar, teknik olarak denetim altında. Ancak uygulama kısmında ciddi açıklar var. Bir kimyasalın "kimyasal" olması yetmiyor; ona ruhsuz birer eşya gibi davranıyoruz. Oysa bir litre nitrik asit, kötü niyetli birinin elinde on yıl sürecek bir acıya dönüşebiliyor. Dünya bu konuda nasıl bir yol izliyor? Hindistan, Pakistan ve Bangladeş gibi kezzap saldırılarının yoğun yaşandığı ülkeler, yıllar süren kamuoyu baskısıyla bu kimyasalların satışını sıkı kurallara bağladı. Bazı yerlerde yalnızca kayıtlı şirketler ya da sertifikalı alıcılar bu maddeyi alabiliyor. İngiltere'de ise 18 yaş altına satışı yasak; satış sırasında kimlik kontrolü yapılıyor.
Türkiye’de de benzer bir uygulama neden olmasın? Neden bir kimya ürününün satışı, bir silah gibi izne tabi olmasın? Belki karakoldan alınacak bir kullanım izni, belki noter onaylı bir satın alma gerekçesi... Herkesin elini kolunu sallayarak alabileceği bir ürün olmamalı bu.
Kezzap sadece bir madde değil, bir korkunun, bir zulmün adı artık. Bir yüzü, bir hayatı sonsuza dek değiştirebilecek güçte. Satışı serbest ama sonucu ömür boyu süren bir ceza gibi.
Bu yazı, bir çağrı olsun. Vicdana, hukuka ve önlem almaya çağrı.
Kimyasal bir silah, yalnızca laboratuvarda tutulmalı. Sokaklarda değil, insanların ellerinde hiç değil.
Bu yazıyı Yasemin Uzunçelebi’nin yaşadığı korkunç olayı okuduktan sonra yazdım. Bir hayat bu kadar kolay altüst edilmemeli, onun yaşadığı olay hepimizin başına gelebilir.
Yasemin Uzunçelebi, “O an yüzünüzün eridiğini hissediyorsunuz. Elleriniz, ayaklarınız cayır cayır yanıyor. Su arıyorsunuz ama yok. Her şeyi önceden planlamış, damacanaları bile boşaltmış” dedi.