Geçen Perşembe günkü yazımın yazıldığı saatlerde, “Büyük Felaketin” üzerinden geçen üçüncü günün ortalarıydı. Yazının bir yerinde “kayıplar 9 bine doğru tırmanıyor” demiştim. Günün sonunda sayı çift hanelere yükselmişti çoktan…

-Bugün, şu anlarda ise 30 bine doğru yürümekte!.

Kimi bilen kişilerin tahminlerine bakılırsa, toz bulutu dağılıp her şey ortaya çıktığında 50 binleri yazıp söylemeye başlayacağız. Bu bir “kötü kehanet değil” Öyle baştan savma “keramet” hiç değil!,,

Ta ilk günden beri bizzat Cumhurbaşkanı Yardımcısının ağzından aktarılan bir veri;

“-Şu andaki tespitlerimize göre, yıkılan bina sayısı 5 bin 500 civarında. İhbarlarla bu sayı 11 bin!.”

Bu iki sayı, daha sonra uzmanlarca da teyit edildi. Hesaplamalar buna göre yapılıyor uzmanlarca. Hiç dokunulmamış hatta ulaşılmamış enkaz sayısı  binlerle ifade edildiğine göre, 50 bin kayıp, görece iyimser bir tahmin olarak kabul ediliyor.

Gele, gele geldik…

O yazımın başlığı şu dört sözcükten ibaretti;

-Ne yazılır, ne söylenir!..

Sonradan baktım, kimi meslektaşlar da aynı ruh halindeler. Giderek hepimiz aynı noktaya geldik;

-Çok şey yazılıp, çok şey söylenmeye başlandı!

TV yayıncıları gün boyu ağırlıklı olarak (ki doğal olarak) deprem bölgelerinde arama kurtarma çalışmalarını vermekte. Haberler sonrası geceki rutin programlarda ise seçimler bir yana itilmiş (ki doğal olarak) kimi uzman görüşlerine yer vermekte.

-Deprem bilimciler, yer bilimciler, bazen bölgedeki siyasetçiler ve emekli askerler…

Hemen her kesimden uzmanlar, devletin  afete “zamanında müdahale edilemeyişini dile getiriyor.  AFAD denilen devlet kuruluşunun hazırlıksız yakalanışını, hantallığını hatırlatıyor. Elbet hantallık o kuruluşla da sınırlı değil. İkinci, üçüncü günden sonra devletin, devletin yöneticilerinin biraz kıpırdandığını söylüyor, söylemekle kalmıyor eleştiriyor haklı olarak…

EMASYA denen kısaltma…

Bu arada kimi emekli askerler sıkça Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ‘(TSK)  ancak üçüncü, dördüncü günden sonra afet bölgelerinde görevlendirildiğine vurgu yapmaktalar. Özellikle de TSK’nın bu türden doğal afet anlarında her anlamda  en “donanımlı ve deneyimli” kurum olduğunu, geçmişten örnekler vererek hatırlatıyorlar.

Bu noktada anılarım beni 1968 “Porsuk taşkınına” götürüyor. Görece sonradan yaşadığım afetlere oranla çok küçük bir olay. Şehrimiz kuzeyden güneye caddeleriyle, kimi yapılarıyla sular altındayken ilk yardımlar hava garnizonundan gelmişti.


***


O yorumcular, sıkça bir sözcüğe vurgu yapıyorlar;

-EMASYA iptal edilince böyle oldu!..

Emekli Amiral Türker Ertürk’ü dinliyorum;

“-Türk Silahlı Kuvvetleri, halkını korumak için vardır. Sadece dış saldırılara karşı değil,  bu türden afetlere karşı da korumak için vardır. Bunun içinde örgütlenmiştir.”

Ertürk, EMASYA’nın açılımını da söylüyor;

-Emniyet Asayiş Yardımlaşma!..

TSK’nın bu açılımla görevlendirildiğini hatırlıyorum ben de. Peki sonra ne olmuş? Devletle TSK arasında yapılan protokol,  yıllardır yürürlükte iken bu hükümet zamanında iptal edilmiş. Gerekçe;

“-Hükümet, siyaset üzerindeki TSK’nın vesayetini hatırlattığı için!..

Çok şey söylenir bu anlayışa. Biz yine Türker Ertürk’ün son vurgusuna dönelim;

“-Günler sonra sahaya sürülen Mehmetçik, ne yapıyor, depremzedelere su dağıtıyor. Sahra Hastanesini bile İsrailliler kuruyor!


*** 


Evet, söyleyecek sözü, yazacak kelamı olanlar bundan sonra da yazıp söylemeye devam edecektir. Ama esas konuşacak olanlar “acıları bal eylemeye” çalışan Türkiye halkı olacaktır.

-Çok değil yakında, ilk seçimde!..