6 Mayıs 1949, Yunus Emre’nin ilk mezarının açılıp, nakledildiği tarihtir. Av. Doğan Hilmi Ertürk’ler 1957 yılında “Eskişehir Yunus Emre Derneği” diye bir dernek kurmuşlar ve o yıl, 6 Mayıs günü Yunus Emre için anma düzenlemeye başlamışlar. O gün, bu gün 6 Mayıs Eskişehir’de Yunus Emre’nin anıldığı gün olmuştur. Yakın zaman da Yunus Emre anmaları yozlaştırılmış, yerine Hıdırlerlez günü almıştır. Hatta Sarıköy’e o gün girilirken büyük bez afişe “Hıdırlerlez Şenliğimize Hoş Geldiniz” bile yazılmıştır.  Şehir’den ve çevre köylerden pikniğe gelenlerin yanında, köy tarafında seyyar köftecilerin dumanları, tezgah açan satıcıların bağrışlarıyla panayır pazarı  oluşturulmuş. Kısaca Yunus Emre bambaşka yöne kaydırıldı. Sadece bu yönü ile mi Yunus Emre’nin kimliği ile de başka yöne çekildi. Kültür-Sanat-Bilim çevresinden kaydırılarak  herkese göre Yunus Emre yaratıldı.

yunusemre_0_1

     Aziz Nesin bir yazısında “Her yıl dünyanın değişik bir çok ülkesinde mizah festivalleri düzenleniyor. Bu festivalleri düzenleyenlerin ellerinde bizim Nasreddin Hoca’mız olsa, yer yerinden oynar, neler yapmazlar ki…” diyordu. Ben bunu Yunus Emre’miz için demek istiyorum.

     Bugün dünyanın her ülkesinde Uluslararası Şiir Festivalleri düzenleniyor ve bunu Yunus Emre gibi şairlerinin adına yapıyorlar, hem şairlerini daha iyi tanıyorlar, hem dünyaya tanıtıyorlar, hem de turizmden yararlanıyorlar. Onlarında elinde bizim Yunus Emre’miz olmuş olsa neler yapmazlardı diye iç geçiliyorum. Ya biz niçin düşünüp yapamıyoruz?

     Esasında; Yunus Emrederviş mi, şair mi? Onun bile ayırdını yapamıyoruz. İkisi de olsun ne kaybederiz. İnatla şairliğini öteliyoruz. Bunu yaparken biz Yunus Emre’yi kendimizden de dünyadan da saklıyoruz, 700 yıldan beri yaşayan Yunus’a hak ettiği çağdaş yorumla yaşamasını engelliyoruz, ona zarar verdiğimizin  bilinçinde değiliz. Ne insanımıza ne de dünyaya tanıtamıyoruz.

    Kültür-Sanat çevremizden gelen ve ilk Kültür Bakanımız olan, UNESCO’nun da Yönetim Kurulunda görev yapmış Talat Halman 2003 yılındayazdığı bir yazısında  “Gelin Yunus Emre üzerine çalışalım ve onu ‘Yeni İnsancılık dönemeci’ olarak dünyaya sunalım, insani yönden en büyük şair olduğunu gösterip tanıtalım” diyordu. UNESCO da 1956,1971,1992, 2021yıllarında bunu bizden beklemişti.

     Yunus Emre, Eskişehir’de bir ay içersinde düşünülüp, konunun dışındaki kişilerle ayaküstü yapılan programlarla “yaptık işte” demek için yapılanla geçiştiriliyor.Yunus Emre için bilinçli, ciddi yapılacak o kadar çok iş var ki…

     Yine 6 Mayıs, yine  Yunus Emre. İşte böyle yıllar geçip gidiyor…

“İçimizdeki Yazarlar”

“İçimizdeki Yazarlar” Melahat Ünügür Ortaokulu’nda, yazmanın önemine inanmış bir öğretmenin, öğrencilerini yazmaya yöneltmesi, geleceğin yazarları olacak120 kadar ortaokul öğrencisine ilk adımı attırarak, onlara edebiyatın anı, deneme, mektup, fabl, masal, öykü, sohbet, gezi, biyografi, otobiyografi, köşe yazısı, makale, eleştiri alanlarında yazılar yazdırarak, yazdıklarından  246 sayfalık bir kitabın yayınlanmasının öyküsüdür.

     Evet, okuldaki yüzlerce öğrencinin arasındaki yazarlar ve yazdıkları eserlerin adı “İçimizdeki Yazarlar”

     Kitapçı rafında bu kitabı görünce “ülkemizde, Eskişehirimizde de güzel, doğru işler yapılıyor” diyerek gerçekten yüreğim büyüdü. Kitapta yazıları olan öğrenciler, öğretmenleri Sebahat Ateş, okul müdürü Ahmet Berberler kadar heyacanlandım.  Çünkü; sanatın, edebiyatın daha çocuk yaşta başladığına ve “Erken kalkan yol alır” denilmesine  inananlardanım. Picasso resime3.5 yaşında başlamış ve devamlı babası tarafından gelişmesine ortam yaratılmış. Mozart da 4 yaşında ilk konserini vermiş. Şairler, yazarlarda öyle. Bizim büyük şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca”İilk okula beni yazdırmaya götürürlerken, hep okulda şiir yazacağım diye gitmiştim. Evde şiir okunurdu” demiş bir röportajında. Geçen gün televizyondaki bir programda konuşan bir sanatçı “İlkokulda en çok sevdiğim ders şiir okumaktı” diyordu. Ben kendim de ilk okulda “Duvar Gazetesi” hazırlayan ekibin içersinde idim.  Beni en çok mutlu eden; gazetelerde sanat sayfası yapmak, sanat-edebiyat dergileri  hazırlamaktır. Hep böyle yaşadım.

      Sebahat Ateş, Melahat Ünügür Ortaokulu’nda Türkçe Öğretmeni. Okulda 6.7.8.sınıf öğrencileri arasında yazma becerisini başlatma üzerine bir proje çalışması yapıyor. “İçimizdeki Yazarlar” bu proje aynı zamanda e-twinning denilen, Avrupa ülkelerindeki okullarda geliştirilen öğrenme projeleri kapsamında da önemli görürüp Ulusal Kalite Ödülü’nü de kazanıyor. Tabi bunu  benimseyen okul müdürü Ahmet Berberler’de var. O da yürekten destekliyor bunu.

Konu öyle kolay bir konu değil. Önce öğrencileri yazmaya özendireceksiniz. Edebiyatın her alanını tanıtacaksınız, o alanlardaki eserlerle tanışıp okumalarını sağlayacaksınız ve ondan sonra onlardan böyle çalışmalar, eserler alacaksınız ve onları editör olarak elden geçirip yazanlarla bir araya geleceksiniz sonra da  kitaba dönüştürüp yayınlayacaksınız. Bu çok uzun, soluklu çalışma sonucunda hem yazanların, hem de kitap okurlarının eline ulaştıracaksınız. Gerçekten bir öğretmen,bir çok çocuğun edebiyatla tanışmasını ve yazmaya ilk adımlarını atmasını gerçekleştirmiş…