İnsanın özündeki volkanik meram sözü, yüzü ve gözü ile dış dünyaya yansır. Erdemli, ferastli ve basiretli insan, muhatabın yüz ve göz ifadelerini doğru okuyup sözün maksadını yeterince anlayan şahsiyettir. Hâl böyle olunca sair azalar gibi sözü, yüzü ve gözü yaratılış gayesine uygun kullanmak aklıselimin asli vazifesidir. Aklıselim idrak, vicdan ve insaf sahibi faziletli insandır. Vazifeyi yanlış icra, suiistimal veya kötüye kullanmak insanın başına dert açar.

 

İnsani haklar can, akıl, mal, inanç ve namusa tecavüzle başlar. Evrensel ifadeye göre “insan hakları” kavramı, dini literatürde “kul hakları” olarak dile getirilmiş. Hak, dendiğinde: “Akarsular dur.” derler. Ancak hukukun üstünlüğü hâkim olduğunda sorumluluk ve haklardan söz edilebilir. İnsanın ağzından çıkan her söz sorumluluk ve hak doğurur. Hak veya sorumluluk doğuran sözden, söz sahibi mesuldür. Meçhul kahramanlardan halkının sesi Yunus Emre:

 

“Söz bilen kişinin yüzünü ak ede bir söz / Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

 Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı / Söz ola ağılı aşı yağ ile bal ede bir söz.”

 

Ha! “O sözler, zamanı evvelde söylenmiş. Bu zamanla ne alâka.” diyenler çıkabilir. Herkesin düşüncesi kendi akli çapındadır. Anlayış ve duyarlılıklar farklı farklıdır. Herkesin anlayışı kendi akli yeteneğine göre olduğu gibi söz söylemesi de akli kalitesine bağlıdır. Nisa suresinde, mutlak irade: “Ey iman edenler! Kendiniz, anne, baba ve yakınlarınız aleyhine dahi olsa adaletin tecellisinde nefsinize uymayın. Şahitliğinizde, zengin ya da fakir demeden adaletten ayrılmayın…” buyuruyor.  Sosyal çevrede mesuliyetler saldırı, yanıltma, aldatma ve aşağılama nitelindeki sözlerle zuhur eder.

 

Sorumlu ve duyarlı insanların dilinden gıybet, yalan, iftira, hakaret, dedikodu gibi bayağı sözler dökülemez. Bayağı sözler, ne yazık ki toplumun kanayan yarası. Bu yara tedavi edilmedikçe başlar çok ağrır. Erdemli ve sosyal toplumlarda insanın evrensel değerlerini zedeleyen gıybet, yalan, iftira, dedikodu, hakaret vb. içerikli sözlerin sarfı züldür. Dini değerlerin itibar gördüğü toplumlarda bu mabeyinle sözler “günah” addedilir. Günahın cezai hükmü ilahi iradeye aittir. 

 

Güzel sözden maksat, yerinde ve yeterince doğru söz izhar etmektir. Vicdan sahibi maksadını insana yakışan kelamla ifade eder. En’am suresinde, Mevla: “…Adaletle davranın. Biz herkesi gücü nispetinde sorumlu tutarız. Birisiyle ilgili konuştuğunuz zaman o kişi yakınınız bile olsa adil olun… Allah, size bunları öğüt alasınız diye emretti.” buyuruyor.  Konuşma usul ve kültürü, futbol maçı deyimleriyle örneklendiğinde maçın kural ve kaideleri akla gelir. Kurallara uymak mecburidir. Kural dışı davranan ya sarı kartla cezalandırılır ya da kırmızı kartla oyundan atılır. Konuşma kültür ve usulünce söz söylemeyen, dinleyiciler tarafından günün birinde cezalandırılır. Söz, muhatabın nezdinde hoşluk ya da nahoşluğuna göre itibar görür.

Kişi yüz, göz ve söz ifadesine göre toplum katında değer bulur. Oyunu kuralına göre oynamak ne kadar meşru ise sözün ifade usulü de o denli meşrudur.  Futbolu ilkesince oynamayanın gereksiz şeklide geri ya da yan paslarla topu gezdirmesi gibi lafı da sağa sola sündürmek veya yarım ağızla konuşmak tepkiye neden olur. Rakip kaleye akında ofsaytta düşmek ne kadar anlamsız ise lafı da kirli söylemek o denli abestir.  Hele: “adi laf” söylemi, topu taca atmaya benzer. Halk arasında bu tür ifadelere “Laf söyledi bal kabağı.” derler. Sözünün kıymet içermesini isteyen önce beyninde ölçüp biçip kendi insafıyla konuşmalı. Sonra sözünü dilinden dökmeli.   Akıllı insan dilinden sıkıntı çekmemeli.

Bakınız! Allah, İslam Peygamberine nasıl söz söylemesi gerektiğini İsra suresi 53’üncü ayetinde: “Kullarıma söyle, birbiriyle konuşurken en güzel sözler söylesinler. Aksi konuşmalarda aralarına düşman girer. Birbirlerine hasım olurlar.  Kötü söz, şer ve çatışma ortamları doğurur. Söz fiiliyata dönüşür.”  böyle emrediyor.  Bu ayetle insanın bir başkasına sert, hakaret, yalan, gıybet, iftira, dedikodu, hileli, suizan vb. sözlerle konuşmasını yasaklıyor. Halk arasında gereksiz ve zamansız söylenen sözlerle alakalı: “Etten evveli çömleğe düşme, yanarsın… Damdan düşer gibi laf konuşma gibi sözlerden anlamına maddi paha biçilemeyen pek çok söylem vardır.

İnsan başkalarını itibarsızlaştırmak, gönül kırmak, onu-bunu aldatmak, önüne gelene çamur atmak, fitne türetmek veya birilerini çekiştirmek için yaratılmadı.  Her aklıselim, kendi değerini ve yaratılış gayesini çok iyi irdelemeli. Yüce Rab, bütün peygamberlerine tebliğlerini güzel ve yumuşak sözlerle ifade edilmesini emretmiştir. Hz. Musa’ya hitaben Allah, Tahâ suresinde: “Sen ve kardeşin ayetlerimle Firavun’a gidin… Ona yumuşak söz söyleyin. Belki, yapılan nasihati dinler ya da ikazdan korkar.” emrini verdi. Diyalogların sağlam yapılanmasında doğru ve düzgün iletişim şarttır. Doğru, düzgün iletişimin yapı taşları güzel, yumuşak ve dürüstçe kullanılan kelimelerdir. 

 

Firavun, ilahlık iddiasına kalkışmıştı. Hz. Musa, Allah’ın seçkin kullarından idi. Allah, hiçbir zaman ve mekânda kendisinden başka “Rab” tanımaz.  Ortak kabul etmez. Rab iddiasına kalkışanın akıbetini hüsran eder.  Firavun ’un bu tutumuna karşılık bile Allah, kendisine yumuşak söz söylenmesini Hz. Musa’ya tembihliyor.  Allah, kendisine düşmanlık ilan edene dahi güzel üslupla ifadeyi emrediyor.  İnsani ilişkilerin sağlıklı yürütülmesi için söylemlerde ifade ve üslubun önemini belirtiyor.

 

Gök kubbeyi pisleten gönül dünyasını kirleten yalan, iftira, gıybet, dedi kodu, aldatma, hakaret gibi fitne doğurucu gürültü kirlilikleri toplumsal güveni sarsar. Barış ve huzuru bozar. Gönül dünyalarını yıkar. Kötü sözler, düşman peydahlar. Sözün özü, kem söz sahibine aittir. Her söz, sahibinin aynasıdır. Kişi, sözüyle kendisini tasvir, takdim ve tanıtır. Görelim Yunus Emre şu dizelerinde ne diyor:

 

“Dışım yanık içim ham halim budur daim / Yol varmadan bir ayak arştan veririm haber

 Hırkam suçuma perde kaygım yanlış yerde / Gönlüm ayruk bazarda dilimde sözüm esrar

 Dışım biliş içim yâd dilim hoş gönlüm mürted / İşim yavuz iyi ad böyle fitne kanda var.”

 

Söz söylenirken ve yazı yazılırken muhatapların anlayacağı tarzda söylenir ya da yazılır. Tersi, çeşitli tezatlara yol açar. Şirazesine oturtulmamış sözcükler sahibini ya çıkmaz sokaklara ya da giyotine sürükler. Dünyaca ünlü Galile ve Hallacı Mansur gibi heder olmuş değerlerin akıbetlerini söyledikleri sözler hazırlamıştır. Galile, dünya dönüyor dediği için giyotine verildi. Hallaç: “Ben, hakkım.” dediğinden kellesi gitti. Nesimi’nin de zülfüyâre dokunur ölçüsüz sözlerinden dolayı derisi yüzüldü.  Durum böyle olunca kelimeleri izhar etmeden önce aklın terazisinde tam tartıp yine aklın ölçeğinde düzgün ölçtükten sonra sesli vaziyet aldırmalı. Ne yazık ki, tarihe mal olmuş bu değerlerin harcanmasına söyledikleri sözler neden olmuştur. Söz, usulü kaidesinde söylendiğinde “icapla kabul” anlamına kavuşmuş, meram anlatılmış ve maksatta hâsıl olmuş olur.

 

Yazı, yazılır ve okunurken meramın tam anlatılıp anlatılmadığı, doğru anlaşılıp anlaşılmadığı, muhatabın nasıl anladığı ya da anlayacağı farklı kişi gözü ile irdelenmeli. Suç teşkil edip etmeyeceğine nihai olarak hukukçu nazarıyla baktıktan sonra servis edilmeli. Yazı bu durumda olduğuna göre söze de aynı evreler geçerli olmalı.   

 

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!