Osmanlı toplum düzeni, sadece siyaset veya savaşlarla değil, gündelik yaşamın en küçük detaylarıyla da örülmüş bir incelik barındırır. Bugün belki modern bürokrasinin sayılarla ölçtüğü, algoritmalarla düzenlediği bazı konular, o dönemde insan ruhunun dengesi gözetilerek ele alınırdı. Bu yazının konusu da işte böyle bir dengeye dair: Osmanlı’da kasapların altı ayda bir bıçaklarını bırakıp çiçeklerle, toprakla uğraşmaları zorunluluğu.

Bugün kulağa romantik bir hikâye gibi gelebilir ama aslında derin bir toplumsal bilinç taşır bu uygulama. Sürekli hayvan kesen bir insanın merhamet duygusunun körelmesinden korkulurdu. Zira her gün kan görmek, can almak, ne kadar mesleki zorunluluk da olsa, ruhu taşlaştırabilirdi. Bu nedenle kasaplar, altı ayda bir işlerinden uzaklaştırılır; bahçıvanlığa, doğayla temasa, yaşatmaya yönlendirilirdi.

Bu düzenlemenin ardındaki felsefe çok net:

“Bir insan sadece keserse, zamanla içindeki yeşeren her şeye karşı körleşir.”

Merhametin sistemle korunmaya çalışıldığı bir medeniyetin izidir bu. Bugün birçok meslekte tükenmişlik sendromu, empati yitimleri, öfke patlamaları konuşuluyor. Acaba modern dünya, sadece rakam ve performans değil, insan ruhunu da hesaba katmayı yeniden öğrenmeli mi?

Osmanlı’nın bu küçük ama anlamlı uygulaması bize şunu hatırlatıyor:

Bir bıçak ne kadar keskin olursa olsun, el onu her kaldırdığında vicdanı da hatırlamalıdır.

Ve bazen merhameti korumak için, bir süreliğine toprağa dönmek gerekir.

Biz ileriden geriye, geriden çok daha geriye gidiyoruz.