Tiyatro yalnızca güldürmez; düşündürür, hatta bazen tokat gibi çarpar. Molière’in yüzyıllar öncesinden bugüne ulaşan Kibarlık Budalası adlı oyunu da tam olarak bunu yapıyor. Sahnede izlediğimiz Mösyö Jourdain karakteri, yalnızca komik bir burjuva figürü değil; toplumsal statü arzusuyla kendini kaybetmiş herkesin aynası.
Molière bu oyununda dili yalnızca bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda bir sosyal silah olarak da resmediyor. Mösyö Jourdain’in soylu olma arzusunu keşfeden Dorante, terziler, müzik ve dans hocaları, onu abartılı iltifatlarla yönlendiriyor, hatta sömürüyor. Öyle ki Jourdain, “dostuna” borç vermeyi şeref sayıyor. Dil, nezaket görünümü altında bir kontrol aracına dönüşüyor ve Jourdain manipülasyon döngüsüne giriyor.
Statü Perdesi
Mösyö Jourdain’in en büyük trajedisi, ne yazık ki içinde bulunduğu sınıfı kabullenememesi. Burjuva kimliğiyle barışamayan Jourdain, soyluları taklit etmeye çalışırken gözlerini gerçeğe kapatıyor. Doğruyu yanlışı ayırt edemez hale gelmesi, trajik ve komik arasındaki ince çizgiyi ortaya çıkarıyor. Seyirciye düşen ise gülmenin ötesinde, etrafındaki hatta içindeki Jourdain’i fark etmek oluyor.
Aşka Dair Bir Hiciv
Molière’in hemen her eserinde olduğu gibi, aşk yine merkezi bir tema olarak karşımıza çıkar. Tabii aşkın yolu yine kolay değildir. Baba figürleri, aşıkların önüne engel olarak çıkar. Molière bu durumu hicivle işler; gençlerin zekâsı ve yardımsever karakterlerin desteğiyle düğümler çözülür. Böylece aşk, ataerkil düzenin içinde filizlenerek sahnede zafer kazanır.
Amatör Tiyatro Rüzgarı Esti
Yaşayan Büyüledi
Anadolu Üniversitesi’nde geleneksel hâle gelen “Amatör Tiyatro Günleri”nin bu yıl 21’incisi gerçekleşti. Sinema Anadolu’da gerçekleştirilen etkinlikte 14 Mayıs akşamı Anadolu Üniversitesi’nin Tiyatro Kulübü çatısı altında bulunan ‘Yaşayan Tiyatro’ Molière’den Kibarlık Budalası adlı oyunu sergiledi.
Yaşayan Tiyatro’nun sahneye koyduğu oyun her detayı ile izleyenleri etkisi altına aldı. Yaşayan’ın kolektif bir çalışma prensibiyle birlikte kendi üyelerinin hazırladığı dekorlardan kostüme, makyajdan aksesuara, renklerden kumaşa, sesten ışığa kadar sahneye taşıdığı her şey dramaturjik bir anlam içeriyordu.
Oyunun sahne buluşları da gündemin en hassas yerinden çıkagelip bizi can evimizden vurdu. Çalışma şartlarına direnen hizmetkarlara Jourdain’ın su sıkarak müdahale etmesi gibi pek çok dokunuş, epik tiyatro anlayışı ile bizlere ulaştırılarak; bizi oyuna yabancılaştırıp gerçekleri sorgulamaya itti.
Grev sonrasında işini kaybetmeyi göze alamayan çoğu hizmetkar –birçoğumuz gibi- kısa süren eylemlerini arkada bırakarak hayatına devam etti.
Oyunda kralın hiç görünmemesi, güzel bir dokunuştu. Çünkü önemli olan onun kim olduğu değil, temsil ettiği şeydi. Halk, yüzü bile görünmeyen bu sembolik gücün etrafında dönüp durur.
Hayatta ne Mösyö Jourdainler eksik olur ne de sistemi kendi çıkarları doğrultusunda döndürenler..
Hep bir yerlerde; yükselmek, onaylanmak hatta 2 saat fazla mola bile kazanmak için kimilerinin üzerine basılacak, kimileri yüceltilecek ve bunun için her yol mubah görülecek. Toplumun gerçeklerine ışık tutan Molière’de işte tam bu yüzden oyunlarının güncelliğini hiç kaybetmeyecek. Yaşayan Tiyatro gibi canlı ve yaşayan bir ruha sahip olacak.
O ZAMAN ALKIŞŞ!