Bitmeyen masal veya hikâye duydunuz mu? Ya da okudunuz mu? Sanırım, duyan ya da okuyanlar olmuştur.  Ben de, bitmeyen hikâyeyi yaklaşık elli yıl önce okudum. Bu meşhur hikâye Arap edebiyatında geçiyor.  Dalkavuğun, diğer namıyla şarlatanın biri dönemin kralına bir vesile “Bitmeyen hikâye” diye,  bir maval anlatmaya başlar.  Girizgâhtan sonra: “ …Karıncalar, tarladan mahzene buğday tanelerini getiriyorlar. O taneleri mahzenden alıp tarlaya tekrar götürüyorlar.” tarladan mahzene, mahzenden tarlaya şeklindeki anlatımı sürdürür.

Hikâyeyi kısır döngüde dinlemekten sıkılan kral: “Anlaşıldı, böyle anlatışla bu hikâye bitmeyecek.” der ve hikâyeyi sonlandırır. Toplumsal fayda bağlamında bu hikâye iki yönlü ele alınabilir. İlki hikâyenin üretim, çözüm, barış, sevgi, saygı, sosyoekonomik getiri veya kültürel odaklı olup olmadığına bakılmalı. İkincisi de aldatma nitelli uyutmaya yönelik olup olmadığına… Bu hikâyede toplumsal fayda öngörülseydi, anlatanı saygı ile yâd ederdim. İntak sanatı da işlenmemiş. Karıncaların aktör seçilmesi hikâyeyi zayıf düşürmüş. Herkes Süleyman değil ki, karınca dilin bilip dersini ala. Ama buğdayın konu edilmesi muhteşem...

Buğday, bütün zaman ve mekânların olmazsa olmaz iktisadi bir değeridir. Altın, döviz vs. gibi finans araçları kadar neden elden ele dolaşmıyor, denebilir. Taşınması, saklanması zor olduğundan el değişimi kolay olmuyor. Bütün müşkülata rağmen buğday dünyanın olmazsa olmazı kozuna her zaman sahip... Hikâye, insan ilişkili anlatılsaydı cazibesine doyum olmazdı. Ekim, dikim, biçim ve gelişimi yeni zamanlara uyarlı anlatılsaydı daha da cazibe kazanırdı.  Tarihi Yusuf kıssasındaki yedi yıllık kıtlık zamanlarında toplumsal rahatlığı sağlayan, YUSUF’UN teknik önerileri değil mi?

Hikâyeler, insan eksenli olduğunda sanat değeri kazanırlar. İki tür hikâye vardır. Biri hayatın yaşanmış gerçekleri ve diğeri yaşanması muhtemel olaylarından müteşekkili. Önemli olan dinleyen ya da okuyanın o hikâyeden ders çıkarması. Acısıyla, tatlısıyla her hikâye biter. Her insan kendi hayat hikâyesini yaşar. İsteyerek ya da istemeyerek kişi kendi hikâyesinin rolünü oynar. Bu durum, Allah’ın adaletinden bir tecellidir. İnsan, başından geçen acı olayların bahsinden pek hoşlanmaz. Hele istenmeyen olaylarsa anılmasını bile istemez. Hikâyeye benzer gibi görünen bir de, masallar vardır.

Masal, vuku bulma olasılığı olmayan hayal ürünlerdir. Yaşanma ihtimali olmayan uydurmalardır.  Hikâye ve masallar, ne kadar anlatılırsa anlatılsın… Ne kadar yazılırsa yazılsın… Bitmeyen hikâye de, masal da “YOK” tur… Talepler, istekler, dilekler, arzular, hayaller, hırslar ne kadar sınırsız gibi görünse de hepsinin hududu bellidir. İnsan nasıl yaşarsa yaşansın… Ne kadar yaşarsa yaşansın hayatın sonu gelecektir. Küçükler, büyürken epeyce masal dinlerler. Dinlerken de hiç bitmesin isterler. İsterler de, bir süre sonra uykuya dalarlar. Uykuya dalanlar uyarken nelerin olup bittiğinden bi haberdirler. Masalla uyutulan uyudukça, uyutan kim bilir neler yapmıştır neler? İşin özü, bu noktada düğümlü... Düğümü çözebilene ne mutlu...

Masallarda Kaf dağından bahsedilir. Anka kuşundan söz edilir. Devlerin varlığına değinilir. Sırlı hazineler konu yapılır. Türlü, türlü masallar anlatılır. Anlatılır da hiç birinin sonunda bu bir hayal ürünü denilmez. Ama aklı eren o masalın hayal ürünü olduğunu bilir. Masallara aldanıp uykuya dalmayanları kutlamak gerek. Hayatın gerçek hikâyeleri neden uydurma masallar kadar itibar görmez? Hikâyeler, hayatın acı ya da tatlı birer deneyimleridir. İnsanlar masalları kendileri için mi, yoksa başkalarını uyutmak için mi anlatırlar?

Karıncalar dünyasını küçümsemek olmaz! Adamın biri avlularının dış kapısı önünde otururken kendi buğday yığınlarına karıncaların dışardan buğday taşıdıklarını görür. Kardeşine: “Babaoğlu gördüm ki, dışarıdan karıncalar bizim buğday yığınlarına buğday getiriyorlar. Bu hâlin sırrı ne olmalı?” der. Küçük Kardeş: “Abi, ben nasıl olsa bekârım. Abimin çoluğu çocuğu var, deyip senin buğdaylara benim buğdaylardan ilave yaparım.” deyince, büyük kardeş: “Ben de, ben evliyim. Kardeşim daha evlenecek diyerek senin buğdaylara benim buğdaylardan katı, katı veririm. İşin sırrı bu olsa gerek.” der.

Bir zaman sonra büyük kardeş aynı kapı önünde otururken bu kez karıncaların buğdayları içeriden dışarıya taşıdıklarını görür. Durumu kardeşine: “Kardeş, artık karıncalar bizim buğdaylardan dışarıya götürüyorlar, nedeni ne olabilir?” der.  Küçük kardeş: “Abi, senin buğday yığını gözüme çok görünüyordu. Senin buğdaylardan benimkine katmıştım. Başka ne olabilir?” Abi: “Aynı şeyi ben de yaptım. Sen görmeden senin buğdaylardan araklamıştım.” der. Niyet bozulup işe hile karışınca o işte hayır, bereket kalır mı? Hak, hukuka aldırış olmayınca akıbet böyle olur.    

Hayata aklın gözüyle bakmak lazım… “Kimisi uyusun, kimisi de uyansın diye sallarlar.” sözünü manalı bulurum. Ne gariptir ki, insan “Uyansın” diyenden değil de “Uysun” diyenden memnun kalır. Uyku vaziyetini, Ashab-ı Kehf’in uyku hâliyle karıştırmamak lazım.  Meselelere biraz da mecazen bakmalı. Nefisler servet ve şöhretin derdindedir. Gayri meşru servet ve şöhret yapmak isteyen birilerini aldatmak manalı elbet uyutmaya çalışacaktır. Uyutulmamak için art niyetli anlatılan masal ve hikâyelere kulak asmamak doğrusu, değil mi?

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!

Yunus Emre GÜLLÜ-07 EKİM 2021 / Milli irade