Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanımız Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen’in 2007 yılında çizdiği bir karikatürü var. Orada, okul kara tahtasında “Mimarlık Sanattır.” diyor. Mimarlığın sanat olduğunu öğretmeye çalıştığını öğretiyor. Evet mimarlık yapıların, kentlerin resim, heykel gibi sanatıdır. Meskenlerden dini mekanlara, tiyatro-konser salonlarından alış veriş mağazalarına kadar her türlü yapıda daha gösterişli, daha kullanışlı yapılmasıdır. Bu da yapıların çağını, sosyo-ekonomik-kültürel zenginliğini, sanatçı duyarlığını anlatır. Kentlerin yapılarına ve çevre düzenlemelerine bakarak tarihi ya da modern kent değerlendirmesini buna göre yaparız. Bu değerlendirmemizle o kenti severiz ya da bize sıradan gelir. O kentte mimari eser olan yapılar orada yaşayanların ufkunu, beğenilerini geliştirir,değiştirir. Bu da oradaki mimarlığa verilen değeri gösterir.

mimarlık sanattır.

    22 Eylül 2021 günü vefat eden, ülkemizin mimarlık tarihi alanında en önemli isimlerinden biri olan Prof.Dr. Doğan Kuban’ın 1992 yılında Anadolu Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde, slayt gösterisiyle verdiği “Mimarlığın Yarattığı” konferansını dinlemiştim. İlk insanın mağaradan en modern kentlerine insanın ve mimarlığın serüvenini anlatmıştı.

   Bazılarımız; bizden önceki bu topraklarda yaşanmış, yaratılmış, bizi mayalayan kültür ve uygarlıkları benimsemiyorlar ama insanlığa planlı kent yerleşim kültürünü  2500 yıl önce ortaya koyan bilge mimar Hippodomos Anadolu insanıdır. İlk planlı kentin uygulandığı yer de Ege kentlerinden Milet ve Priene’dir.

    İnsan M.Ö.8000’lerde toprağa yerleşmeye başlamış ve ilk kentlerin doğuşu da M.Ö. 3500-2500’lerdir. “Avrupa Tarihinde Kentler” kitabının yazarı Mimarlık Tarihçisi LeonardoBenevolo bu ilk kentlerin Mezopotamya’da Fırat ile Dicle arasında kurulmaya başlandığını anlatıyor.(Yeni Yüzyıl Yayını) Bugün gün yüzüne çıkarılan Göbeklitepe bunlardan biri.

   Prof.Dr. Sümer Günel bir yazısında; 20.yüzyılın İspanyol filozoflarından Jose Y. Ortega’dan bir alıntı yazmıştı: “Yaprağı anlamadan ağaçı, ağaçı anlamadan yaprağı anlayamayacağımız gibi evi anlamadan kenti, kenti anlamadan da evi algılayıp, anlamamız mümkün değildir” der.(Cumhuriyet gazetesi 23.2.2006) Burada ev yapıdır, yapılar da  mimaridir. Görmeye gittiğimiz yeni yerlerde ilk gördüğümüz mimaridir. Bize oranın tarihini, kültür birikiminin düzeyini, yaşamlarında estetiğe verdiği önemi gösterir. Bu tabi ki yapılar arasındaki birbirini bütünleyen düzenlemelerle beraberdir. Buna da kentleşme, kent mimarisi diyoruz.

    Ülkemizde bu biraz tersine çalışıyor. Çünkü kentlerimizi yerel meclislerde, sanatla, mimarlıkla, kent planlama politikaları ile ilgisizce siyasi kişiler,konunun uzmanlarına konuyu vermeden siyasi karar ile veriyorlar. “Kanal İstanbul” gibi. Kentlerimiz yoğun kırsal kesimin göçlerinin karşısında bilinçsiz, kuralların dışında büyüyor. Büyürken de hiçbir ülkede görülmeyen kültürel değerlere sahip çıkmayı bir kenara bırakan, eskiyi yıkıp, yerine daha büyüğünü yapma, çirkin görüntülerle, binaların yükseldiği, dar sokak ve caddelerde beton yığınları içersinde  insanları dar ortamlarda sıkıştırmaya götürdüğünün bilinçsizliği ile mimarinin farkında değiller. Sanat yazarı Filiz Ali’nin bir yazısında anlattığı gibi; “Bilhasa 80’lerde, 90’larda gökten inen prenslerin bir günde yaşantısı değişen miras yedilerin basitliğinde yozlaşıyoruz”(Hürriyet Gösteri dergisi-Temmuz 2001)

    Sanat toplumun yaşam tarzı olduğu ülkelerde mimarlık sanattır ve hep gelişmiştir.

    Sanat müdahaleye gelmez, hele mimarlık…

    İki Almanya’nın birleşmesinden sonra 1990’larda Berlin’i yeniden yaratmak isteyen Almanya ülkesinde onca yetişmiş mimarı, kent planlayıcısı varken ve büyük ekonomik sorunlar yaşarken niçin değişik ülkelerden, dünyanın önde gelen mimarlarını çağırıp yeni mimari eserler istedi ve yaptırdı. Bunu düşünmek  ve incelemek gerekir..

   Aziz Bolel Yunus Emre’ye “Hemşerim” derdi

    Eskişehirliler Yunus Emre’ye hemşeridir. 50 yıldır Yunus Emre ile ilgili çalışmaların içersindeyim. Aziz Bolel’den başkasının “Yunus Emre’nin hemşerisiyiz” dediğini duymadım. Aziz Bolel Yunus’un hemşerisiyim derken heyecanlanırdı. 1979 yılında onunla Yunus Emre konusunda  yaptığım röportajda şöyle demişti. “Bütün dünya sahip çıksa bile, biz Eskişehirlilerin öğünç kaynağı olan hemşerilik niteliğine kavuşamazlar. Bu tarihsel gerçek ve bağlar bize Koca Yunus’un öz mirasçısı olma onurunu bağlamıştır. Bu nedenle bizlere  görev ve sorumluluk yükler” (26.3.1979 /Sakarya gazetesi)

65870614_2366183076794820_1335403463739179008_n

     Yunus Emre Yılı olarak anıldığı bu günlerde Aziz Bolel’i hatırlıyorum sık sık. O da, Hilmi Ertürk de yaşasalardı. İki büyük Yunus Emre hayranı, ona hizmet etmiş kişi, neler anlatırlardı, neler söylerlerdi. Hatta neler yaparlardı…

    Aziz Bolel (1916-2004) şiir kitapları olan, 1934 yılında Türkiye çapında düzenlenen şiir yarışmasında birincilik ödülü almış şairdi. 1965 yılında  Eskişehir’de Yunus Emre için ilk düzenlenen “Yunus Emre Kongresi”nde (Sempozyumu) ine “Türk Musikisinde Yunus Emre” Bildirisi sunmuştu. Bu bildirisi ile de”Yunus Emre Bibliyografyası”nda yer almıştı. 1979 yılında Yunus Emre Vakıfı Başkanı oldu. Aynı yıl Eskişehir’de Yunus Emre Yolunda Türk Şairleri Derneği’ni kurdu ve Yunus Emre ile ilgili çalışmaları bir yerde toplamak ve yayınlamak üzere, Murat Özmen ve Hkmet Gürsoy ile derneğin yayını olarak “Yunus Emre Yolunda” dergisini yayınladı. 1983 yılında 562 sayfalık “Yunus Emre Hayatı ve Divanı” adlı kitabını hazırlayıp yayınladı. Yunus Emre’nin mezarı denilen onbeş yeri tek tek gezdi. Bir çok şehirde Yunus Emre’yi anlatan konferanslar verdi. TRT’de Yunus Emre ile ilgili programlarda yer aldı.Yunus Emre Konferanslarını kitaplaştırdı ve yayınladı bunun yanında bir de   “Yunus Emre için Neler Yapılmalı?” diye yayınlanmış bir de broşürü’de var.

    Aziz Bolel, hep Yunus Emre’yi Goethe, Dante, Shakespeare gibi yamamadığımıza üzülür, bize ortam vermeyenlere öfkelenirdi. En büyük arzusu Yunus Emre Kitaplığı kurmaktı. Onun için yer istediğinde Aşağı Söğütönü’nde ya da Çankaya mahallesinin olduğu yerde yer göstermişlerdi. Oysa o daha merkezi bir yerde olmasını istiyordu…