Bazı liderler sadece şehirleri kurar, bazıları ise ağaçları bile incitmeden tarih yazar. Atatürk’ün Yalova’daki "Yürüyen Köşk" hikâyesi işte tam da böyle bir zarafetin, ileri görüşlülüğün ve doğa sevgisinin sembolüdür.

1929 yılında Atatürk, Yalova’ya yaptığı bir ziyarette sahil kenarında bir köşk inşa ettirir. Ancak köşkün hemen yanındaki koca bir çınar ağacı zamanla büyümeye, dalları köşkün çatısına dokunmaya başlar. Dönemin görevlileri ağacın budanmasını teklif eder. Belki başka biri için bu gayet sıradan, makul bir çözümdür.

Ama Atatürk için değil.

"Dalını kesmeyin, köşkü kaydırın," der. O cümle öylesine değildir; bir bakış açısını, bir yaşam felsefesini, bir anlayışı temsil eder. Ağaç değil köşk yürütülür. Raylar döşenir, bina birkaç metre kaydırılır ve çınar ağacı olduğu yerde, dimdik ayakta kalır.

Yürüyen Köşk, betondan çok daha fazlasını taşır üzerinde. Doğaya duyulan saygının, insan merkezli değil yaşam merkezli bir anlayışın ifadesidir. O yıllarda dünya daha doğayı "fethetmekle" övünürken, bizde bir lider bir ağacın dalı için köşkünü yürütüyordu.

Bugün şehirlerimizi inşa ederken, ormanları yok eden projeler, kesilen ağaçlar, beton yığınları arasında bu hikâye kulağa bir masal gibi geliyor olabilir. Ama bu masal gerçek. Hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna ait bir gerçek.

Çünkü Atatürk için medeniyet, yalnızca sanayi, ordu, bilim değil; aynı zamanda bir çınar dalına gösterilen incelikti.

Belki bu yüzden hâlâ özlüyoruz onu. Sadece bir lider değil, bir vicdan olarak.

Ve belki de bu yüzden, Yürüyen Köşk hâlâ yerinde duruyor. Dalı kesilmeyen bir çınarın gölgesinde, bize hâlâ nasıl insan olunacağını fısıldıyor.