Kimi Yunus Emre’nin şiirlerinden etkilenerek, kimi de söylencelerden düzenlenmiş hayatından etkilenerek onu anlatmak istemişlerdir. Şairler onun için şiirler yazmış, ressamlar resimlerini yapmış, besteciler şiirlerinden besteler bestelemişler. Roman yazarları romanını yazarken, oyun yazarları da tiyatro için oyunlar yazmışlar. İster şairler olsun, ister oyun yazarları olsun, hangi sanat alanında olurlarsa olsunlar, sanatçılar hep duyuşlarını, kendince yorumunu paylaşmak, anlatmak için eserlerinde işlemişlerdir. Tiyatro’da yönetmenlerde sahneye koyarken, kendi birikimleri, değerlendirmeleri  ve yorumlamaları ile sanatsal anlatılarını göstermişlerdir.

    Yayınlanmış Yunus Emre oyunlarını bir araya getirip baktığımızda, kitaplık raflarını dolduracak kadar olmasa da, epey Yunus Emre oyunu yazıldığını, sayısının da 22 olduğunu görüyoruz.

    Tiyatro’da Yunus Emre’yi ilk ele alan şair-yazar Necip Fazıl Kısakürek’tir. 1969 yılında yazmış. Oyunun adı: “Yunus Emre”dir. 1973 yılında İbret Sahnesi adlı topluluk İstanbul Şehzadebaşı Büyük Tiyatro’da sahnelemiş. Oyunu Abdullah Kars yönetmiş. İkinci oyunu yazan, yazar Sabahattin Engin’dir. 1972 Mayıs’ında Türk Edebiyatı dergisinin Yunus Emre Özel Sayısında “Yunus Emre Piyesi” adıyla yayınlanmış ve sahnelenmiş.

     Tiyatro’da üçüncü ve en çok sahnelenen Yunus Emre oyunu, yazar Recep Bilginer’in yazdığı oyunudur. Yazımına 1972 yılında başlanıp 1974 yılında bitmiş oyun, 1975 yılında sahneye konulmuş. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda, Ankara’da Devlet Tiyatroları’nın Altındağ Tiyatrosunda, Eskişehir’de Yunus Emre’yi Anma Etkinliklerinde, aynı yıl Uluslararası İstanbul Festivalinde Yedikule Açık Hava Tiyatrosu’nda sahnelenmiş. Oyunun yönetmeni Semih Sergen’dir ve Yunus Emre’yi ünlü artist Cihat Ünal oynamıştır. Recep Bilginer’in bu oyunu Devlet Tiyatroları’nın; Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda, Adana, Diyarbakır gibi sahnelerinde, GAP etkinliklerinde Şanlıurfa’da ve Gaziantep’de de oynamış. Bu oyun Semih Sergen, Zafer Kayaokay, M. Nurullah Tuncer, Metin Balay, Yalın Tolga gibi yönetmenlerce sahneye konulmuş. Ayrıca 1991 yılında Üsküp Halklar Tiyatrosu Türk Draması tarafından da oynamış ve yazarı Recep Bilginer bu oyunu ile 1979 yılında Yunus Emre İlme Hizmet Vakfı Ödülünü, 1980 yılında Türk Dil Kurumu Ödülünü ve 1989 yılında Kültür Bakanlığı En İyi Yazar Ödülünü almıştır.

       Yunus Emre oyunları arasında, kendinden en çok söz ettiren oyunlardan biri Nihat  Asyalı’nın 1985 yılında yazdığı Rüştü Asyalı’nın yönettiği “Yunus diye göründüm” adlı oyunu ile İlk Yunus Emre romanı “Dertli Dolap”ı yazan Nezihe Araz’ın 1989 yılında yazdığı “Ballar Balını Buldum” oyunudur. Bu oyun İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Raik Alnıaçık yönetmiş. 1990 yılında yapılan 2. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahne almış. Bunlardan başka Tarık Buğra’nin yazdığı “Bir ben vardır bende benden içeri” oyunu, Maral Üner’in yazdığı “”Bacılarla Yunus”, Semih Sergen’in yazığı “Yunus dürür benim adım”Turgay Nar’ın yazdığı “Divâne Ağaç”, Sönmez Atasoy’un yazdığı “Bizim Yûnus”,Zeki Büyüktanır’ın yazdığı “Yunus Emre”, N.Taner Büyükarman’ın yazdığı “Yunus Benem”,Özlem Lale’nin yazdığı  4 Ağust 2021 günü Eskişehir’de oynayan “Yunus’la Yürürken” oyunlarıdır. Eskişehir’de de Yunus Emre oyunları yazılmıştır. Osman Tanaçan 1979 yılında yazdığı “Yunus  Emre”, Erdinç Özkan 2018 yılında yazdığı “Yunus Emre- Anlat Beni”oyunları vardır.

 

Yangınlardaki çığlık

    Günlerdir ülkemizin ormanları yanıyor. Televizyonlarda, gazetelerde orman yangınlarından görüntüler, fotoğraflar. Alevlerin arasından hayvanlarıyla kaçan insanlarımız, yanan evleri, damları..

    Ya, ormanların kaçan, kaçamayan diğer canlıları. Onların görüntüleri yok. Onlar yangın bittiğinde, söndürürdüğünde çıkıyor ortaya. Ağaçlar, kömür olmuş kaplumbağalar, yanmış yılanlar, tavşanlar…

    Evleri yanmış, yıkılmış, hiçbir şeyleri kurtulamamış insanlar. Orman içi ya da orman dibi köylerde yaşayan, şimdi orta yerde kalmış, her şeyini kaybetmiş insanlar…

    Ağaçlar, birkaç insan ömrü ile yetişebilen, bütün canlılara oksijen veren ağaçlar… Sincaplardan arılara, kuşlara yuva olan binbir canlıyı barındıran ağaçlar yanıp kül oldu…

    Ya toprak… Onlarda yandı. Toprak da ağaçlar gibi; karıncadan köstebeğe kadar binbir canlının yaşadığı, insana kadar tüm canlıları besleyen toprak o da yandı. Hemen ot da bitmeyecek şimdi…

    Orman yangınlarından yükselen sadece alevler, dumanlar değil, doğadaki canlıların  çığlığıdır. Bu çığlık sadece insanın çığlığı değil,  dili olmayan canlıların da çığlığıdır.

    Orman yangınları başladığında, bundan 25 yıl kadar önce, ünlü fotoğraf sanatçımız İbrahim Demirel’in EFSAD’da gösterdiği “Gelibolu’dan Mektup Var” başlıklı slayt gösterisini anımsadım. Gözlerimin önüne Çanakkale Gelibolu’nda günler süren yangın sonrası çekilmiş fotoğraflarda yarısı yanmış yarısında yaprakları olan ağaçlar, yangından kaçamamış yanmış kaplumbağalar, simsiyah olmuş toprak, her şeyi yanmış çaresiz insanların yangın yerini seyredilişleri vardı. O slayt gösterisi kadar beni ormanlarımız ve ormanda yaşayanlar dikkatimi çekmemişti. Hatta düşündürmemişti. Yangın söndürürdü mü, yaşam tekrar devam ederdi. Oysa öyle küçük bir olay olmadığını göstermişti fotoğraf sanatçımız İbrahim Demirel. Duyarlılık oluşturmuştu. Sanatçıların insanın insan olmasındaki yüreğini eğitmesi, insani duygularının geliştirilmesindeki görevi ve sanatçının topluma sorumluluğu bu idi…

    Sadece fotoğraf sanatçıları değil, yazarlar, şairler, ressamlar, sanatın her alanında sanatçılarımızın görevi bu çığlığı duyurmak, toplumu duyarlı kılmak olmalı…