Tüketici ile üretici arasında denge unsuru olan bir Kamu İktisadi Teşekkülünde yaşadığım anılardan birini sizlerle paylaşmak istedim. Anım, sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yediği cinsten değil. Korku ve ürkütücü hiç değil… Hüzünlü ve ağlatan türden… Sütün anılarından hatırladıkça neşe duymuyor ve keyif almıyorum. Daha doğrusu üzülüyorum. Hem de çok! Sütten her hangi bir hatıra aklıma geldikçe yüreğimin yağı eriyor.

 

Hüzünlü ve ağlatan türden, dedim. Sütten anıları hatırladıkça tatlı bir hüzün ve acı bir yok oluşla karşı karşıya kalıyorum. Serzenişim ne idarecisine ve ne de işçisine… Süt Fabrikasında geçen günlerimin hepsinden ziyadesiyle memnunum.  Mutluyum ve Allah’a şükrediyorum. O hâlde hüzün ve üzüntü niye, diyenler olabilir. Böyle bir soruya mahal bırakmamak için hemen açıklayayım. Varlığı, milli servetimiz adına zenginlik iken yokluğu da üzüyor. 

 

Yok, oluş mu? Yok, olan anılarım değil o anılarımı yaşadığım dev kurumun yok oluşu... 1990’lı yılların başında özelleştirme sonucu yok olan merkezi Ankara’da bulunan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğü Eskişehir Süt ve Mamulleri Fabrikası… Artık yerinde başka yellerin estiği o fabrikanın yanından geçerken akıl gözyaşlarımı tutamıyorum. O fabrika, ben ve benim gibi pek çok insanın ekmek teknesi idi. Eskiler, Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin diye hayır dua ederlerdi. Biz de, devletimize ve milletimize daim hayır dua edelim. İstikbalimiz ve istiklalimiz parlak olsun!

 

Yıl 1980’di; o dönem, hiç uğruna ideolojik nedenlerle halkın birbirini kırıp geçirdiği hazin hâllerin yaşandığı ve yaşatıldığı dönemdi. O günkü mevcut sosyal yapıyı hatırlatma bağlamında, durumdan kısaca söz ediverdim. O günleri yaşayanlar işin vahametini bilirler.

 

Sözünü ettiğim Süt Fabrikasında memur olarak çalışıyordum. Mamul ambarına bakan arkadaş izine çıkmıştı. Aynı serviste çalıştığımız için arkadaşın dönüşüne kadar görevini yürütmem istendi. Arkadaşın izine ayrıldığının üçüncü günü fabrika müdürümüz Fahrettin Barınal, sordu: “Satış stokumuzda, satışa hazır tereyağı var mı?” cevaben, dedim: -Birer kiloluk paketler halinde 2 kilo tereyağı mevcut. Müdür bey: “Onları, yenisi çıkıncaya kadar satmayalım. Bakarsın devletin önemli mercilerinden talep gelebilir.” dedi.

 

Fabrika, Eskişehir-Ankara karayolunun 10’uncu km’sinde idi. Yoldan, kurum amblemiyle birlikte fabrikanın levhası heybetli bir şekilde görünürdü. Eskişehir’den Ankara’ya çıkışta ana asfaltın hemen solunda kalıyordu.

 

Abi gibi sevdiğimiz müdürümüz Fahrettin Bey’in talimatından birkaç saat sonra bir taksiyle üç kişi geldi. Taksi ile gelen üç kişiden kelli fellisi iri kıyım olan dedi: “Biz, 2 kg. tereyağı istiyoruz. Beklemeye vaktimiz yok!” deyince, kendisine dedim: -Şu an tereyağı satışımız yok! Telefon bırakın, yenisi çıktığında haberdar edelim. Diğer iki kişi susuyordu. Yine o kişi, dedi: “Ambarın şu… no’lu deposunda kapıdan girişte sağ yanda iki paket var ya? Niçin yok diyorsun?” belli ki, içeriden fısıldayan olmuş.

 

Adam, öfkelendi. Diğer iki kişi, onu hem yatıştırmaya ve hem de götürmeye çalışıyorlardı. Adam ise, esip tozuyordu. Ben ve arkadaşlarım bir memurun vakar ve olgunluğunda hareketlerimize özen gösterdik. O adam: “Siz, görürsünüz hepinizi sürdüreceğim. Hemen pılınızı pırtınızı toplayın diyen naralar atarak gitti.

 

Ertesi günü saat 10:00 gibi o adam geldi. Benimle barışmak istediğini ve kendisinin yanlış yaptığını söyledi. Kendisini tanıttı. Meğer mevcut siyasal iktidar partisinin merkez ilçe başkanı imiş... Yaşım gereği o zamanlar “siyaseti ilmiyeden” anlamıyordum.  İlçe başkanı ile barıştık ve dedi: “Dün akşam, merkez ilçe olarak toplandık. Dün, burada olanları hilafsız ve yalansız anlattım. Bir başka yere senin sürgününü istedim. Toplantıdaki diğer kişiler niye, dediler ve beni haksız, seni haklı buldular. Senden özür dilememi istediler. Kendisine, bu yaklaşımından dolayı oldukça misafirperver davrandım.

 

Çaycımız merhum Yüksel komutanın çok güzel “sütlü kako” su olurdu. Kendisine “sütlü kako” ikram ettim. Henüz iki yıllık memurdum. Fabrika Müdürümüz Fahrettin Bey’den memuriyet kültürü ve çalışma hayatıyla alâkalı çok şeyler öğrendim.

 

Fahrettin Bey, istikrarlı tavır sergiler ve ben burada idareci oldukça hiçbir arkadaşımın kaderiyle kimse oynayamaz diyerek çalışanların yanında olduğunu gösterdi. Fahrettin Barınal, hakkaniyetli ve dirayetli bir idareci olarak çalışanlara güven verirdi. Kendisine sağlıklı ömür ve huzurlu yaşam dilerim.

 

Süt endüstrisi kurumunda birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızdan hakkın rahmetine kavuşanlara Allah’tan rahmet, bakide olanlara sağlık ve esenlikler dileğimle.

 

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!