İki ayrı dünyanın üç farklı serveti... Bu servetlerin ederleri ne altın ve ne de para ile ölçülebilir. Hele üçü bir araya geldiğinde kıymetleri kat kat artar. Bu servetler reel değerlerini bütün zaman ve mekânlarda hiç yitirmezler. İnsan var oldukça kıymetleri hep baki olacak. Akıl, hayâ ve iman denilen bu üç servete sahip olan iki dünyada da zengin, aziz ve bahtiyardır.

İnsan, insandan ve yaradandan ne ister? Yaradan, insandan ne ister? Bu soruların cevabı Bakara suresinde: “…Kuvvetli bir anışla Allah’ı anın… İnsanlardan: “Ey Rabbimiz, bize dünyada vereceğini ver.” diyenler vardır. Bunlara ahirette nasip yoktur... Onlardan: Rabbimiz, bize dünyada da iyilik, ahirette de iyilik ver. Bizi gazabından koru.” diyenler de vardır… Onlara kazandıklarından nasip vardır.” bildiriliyor.  Kasas suresi, ayet 60’da Allah: “Size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın katındakiler daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” buyuruyor. Allah, insandan kendisini unutmasını istemiyor. İnsan, Allah’tan dünya ve ahiret iyiliği ister. İnsan, insandan zarar görmek istemez. Bu kadar kısa ve öz…   

Mâlik’ül-Mülk olan Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Muhtaç olan kuldur. Allah, iki dünya saadeti için insandan sosyoekonomik hayata uyumda adil, akıllı, imanlı ve hayâlı olmasını istiyor. Eskiler: “Hayâya sen nerde olursun.” demişler. Hayâ: “Ben imanın yanında olurum.” dediğinde, “Peki iman nerde olur?” sorusuna, hayâ: “Onu, imana sorun.” demiş. “Ya sen nerede olursun?” sorusuna, iman: “Ben, aklın olduğu yerde olurum.” demiş. Bu kez akla sormuşlar: “Ey akıl! Sen nerede olursun.” dediklerinde, akıl: “Ben kıymet bilenle birlikte olurum.” demiş.” der. Kıymet bilenler akıl, iman ve hayâ ile pozitif hâllendiğinde adaletsizlik, yalan, iftira, talan, tefrika, vurgun gibi ruhsal bozukluk halleri olur mu? Allah, dünya ve ahiret hayatının ahvâllerinden türlü temsillerle pek çok kez Kur’an’da beyan buyurmuş. Akıl sahipleri için bu temsillerde önemli derslerin olduğu bildirilmiş.

Kıymet bilenin akıllı, imanlı ve hayâlı davranışından masum, mağdur olur mu? Başkalarının canı, malı, aklı, inancı ve iffeti zarar görür mü? Dünyalıklar uğruna masum insanları potansiyel suçlu addedip onların itibarlarını ayaklar altına alır mı?  Hiç kimse kusursuz değildir. Allah’tan gayri, her insanın hataları olabilir. Kirli emeller adına birilerini yaftalamak ya da lekelemek hangi akıl, iman veya hayâ ile bağdaşır. Aklı izaha lüzum yok. Herkes, aklın ne demek olduğunu bilir. Dinli, dinsiz herkes kendinden mesul… Dünya hayatında her insan kendi sınavını veriyor.

Müslüman, Müslümanlığı ile onur duyuyorsa öncelikli olarak akıl sağlığından dolayı Mevla’ya şükretmeli. İman, zorlama olmaksızın gönüllülük esasına dayalı kutsal inançtır. İman mevzuunda hiç kimse bir başkasına dayatma hakkına sahip değildir. Müslüman, iman nimetini tebliğ etmek istiyorsa evvelen kendisi akıl, iman ve hayânın faziletleri ile donanmak zorunda. Bakara suresi 44 ile Maide 105’de, Allah: “Kitabı okuyor olduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? Yaptığınız çirkinliği anlamıyor musunuz? …Ey iman edenler! Siz, kendinizi düzeltin. Siz, doğru yolda olursanız yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır…” buyuruyor. Hayâ, utanma ve sıkılma gibi tutumların hayata geçirilmesidir. Buradaki sıkılmaktan kast, pısırıklık veya yüreksizlik değildir. Sergilenen davranışlardan dolayı yüzün kızarmaması ve nedamet duyulmaması anlamındadır.

Hiç kimse bir başkasının akıl, iman ve hayâ gücünü ölçmeye yetkin ve yeterli değildir. Başkalarının akıl, iman ve hayâ durumunu yargılamadan kişi önce kendi vaziyetini sorgulamalı. İmam-ı Azam, zamanında iki komşu arasında bir niza çıkar. İki komşu arasındaki bahçe duvarına yakın yerlerde ikisinin de temiz su kuyuları vardır. Günün birinde, komşulardan birisi diğerinin temiz su kuyusu yakınına lağım çukuru açar. Daha sonra lağım çukurundaki pis sulardan diğer komşunun temiz su kuyusunun suyu bozulur. Kuyu suyu bozulan, lağım çukuru açan komşuya vaziyeti bildirir. Mağdur komşu ne yapıp ne etti ise sorunu çözemez. Zaman ilerledikçe aralarındaki husumet artar. İşin kötüye varacağını düşünen mağdur komşu: “İmam-ı Azam denilen akıllı bir ilim ehli varmış. Konuyu, ona danışayım. Belki o, anlaşmazlığa çözüm getirir.” deyip İmam-ı Azam’a gider. Meseleyi anlatır.

İmam-ı Azam: “Onun da, senin sahana yakın yerde temiz su kuyusu var mı?” der. Mağdur: “Evet, var.” dediğinde, “O halde, sen de onun temiz su kuyusu yakınına bir lağım çukuru aç. Sabret ve akıllı ol. Bir müddet sonra ne olacağını görürsün.” der.  Mağdur gelip komşunun temiz su kuyusu yakınına bir lağım çukuru açar. Gelecek tepkiyi bekler. Kendi temiz su kuyusunun suyunun bozulduğunu gören komşu gelir. “Komşu, sen, benim temiz su kuyusunun yanına lağım çukuru açtığından bu yana benim kuyunun suyu bozuldu. Lağım çukurunu kapat.” der. Mağdur: “Önce senin lağım çukurunu kapatman lazım… İlk kirleten sensin. Sonra ben kapatırım.” der.  Toplumsal yaşamda akıl, iman ve hayâ birlikteliği karşılıklı ilişkilerde nitelik kazanır. Gerisi ezenlerin, ezilenlerin, sömürenlerin ve sömürülenlerin olduğu dünyadan gayri ne olabilir?

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!

Yunus Emre GÜLLÜ-1 EKİM 2021 / Milli irade.