69 yıldır ayakta duran yüksek gerilim direkleri, bir zamanlar boş tarlalara gölge düşürüyordu. Bugün ise evlerin, iş yerlerinin, çocuk oyun alanlarının tam ortasında duruyor. Metalin de, betonun da, insan sabrının da bir ömrü var…

Bazı şeyler sessizce yaşlanır… İnsan gibi, ağaç gibi, metal de yorulur. Yıllar geçtikçe üzerindeki boya solar, yüzeyi paslanır, içten içe mukavemeti azalır. Tıpkı gülerken kimsenin fark etmediği, ama içten içe yorgun düşmüş bir insan kalbi gibi. Demir direkler de böyledir; ayakta dururlar ama eski güçleriyle değil.

69 yıl… İnsan ömrü için uzun, tarih için kısa bir süre. Ama metal için? Hele ki açık havada, yağmurda, karda, güneşin altında ve tipiyle sınanan bir demir direk için? İşte o zaman 69 yıl, ciddi bir uyarı süresidir.

Mühendisler bilir, metal yorgunluğu, bir malzemenin tekrarlı yüklemeler altında zamanla mukavemetini yitirmesi, çatlaklar oluşturması ve nihayetinde kırılmasıdır. Bu sadece “fazla yüklenmek” ile olmaz; hava şartları, sıcak-soğuk değişimleri, korozyon ve yılların sessiz aşındırması da bu süreci hızlandırır.

Açık havada metalin ömrü ne kadardır?

İşin sırrı malzemenin kalitesinde, koruyucu kaplamasında ve bakımında yatar. Boyasız, bakımsız bir çelik direk, yoğun yağmur ve kış koşullarında 20-30 yılda ciddi korozyona uğrayabilir. 1956’da dikilmiş direkler, hele ki yerleşim alanında hâlâ ayaktaysa, bu artık mühendislikten çok şansa bırakılmış bir durumdur.

Betonun hikâyesi

Bugünkü gibi C25-C30 hazır beton yoktu o yıllarda. Amele gücüyle karılan, vibratörsüz dökülen betonun ömrü de doğal olarak kısıtlıdır. Donatı korozyonu, beton çatlakları, donma-çözülme döngüsü derken, direği tutan temel bile yorulur.

Ve asıl mesele…

Kütahya–Eskişehir yüksek gerilim hattı yapılırken altında tek bir bina yoktu. Direklerin gölgesi yalnızca tarlalara düşerdi. Bugünse aynı hat, şehirlerin merkezinde kaldı; altlarında iş yerleri, evler, yüzbinlerce insan var. Eskiden rüzgârın uğultusu dışında hiçbir sesin olmadığı o direklerin altından, artık çocuk sesleri, araç gürültüleri, pazar bağırışları yükseliyor. Yani risk, artık sadece teknik bir mesele değil; insan hayatının tam ortasında duran sessiz bir tehlike.

Enerji hatlarının yerleşim alanlarından çıkarılması ya da yer altına alınması bir lüks değil, bir zorunluluktur. Yerinde kalacaksa da direkler yenilenmeli, yükseklikleri ve dayanımları artırılmalıdır.

Bu sadece bir mühendislik meselesi değil; bir vicdan meselesidir. Çünkü metal de yorulur, beton da çöker. Bu elektrik direkleri deprem veya yorgunluktan devrilirse, sadece elektrik değil, hayatlar da kesilecektir.

Unutmayın; direkler yıkılırsa, teller koparsa, sadece elektrik kesilmez… Evler yanar, insanlar ölür, hayatlar kararır.

Ve o zaman kimse “Bilmiyorduk” diyemez. Çünkü biz bugünden söyledik.

Bugün önlem almayan, yarın enkazın başında susmak zorunda kalır.