5 Eylül 2025 Günü değerli hemşerim Ahmet Al Hoca, Din İşleri Yüksek Kurulunun sosyal medyada atanın sağlığında evlatları arası mal taksimiyle alakalı bir fetvasını paylaşmış. Ahmet Hoca’yı ve halkımıza yetkin bilgi arz eden DİYK kutlarım. Bu bilgilendirme mali, hukuki ve sosyolojik zorunluluk arz eden evrensel bir bildirge. Bu tür uygulamalar Kur’an, hadis menşeili olmasıyla kişi üzerine dini birer vecibe... Atanın evlatları arasında mal paylaşımını hakkınca yapması adaletin gereğidir. Aksinde adalet bozulur, güven sarsılır, huzur kaçar. Adaleti bozan malen, hukuken ve sosyolojik olarak mesuldür. Adaletin doğru tecellisi için hukuki kavramları, hükümleri bilmek lazım. Adalet denilince hakkaniyet ve merhamet akla gelir. Toplumsal itimat adalet ve merhametle yaşar, yaşatılır. Hukuk hem ilim, hem de bilim...

Hukuk, kavramlar ve hükümler silsilesidir. Kavramlar ve hükümler yerli yerine oturduğunda hukuk maksadına erer. Yaklaşık altmış yıl öncesi bir anımı dile getirmek istedim. Benimle dedemin koçu arasında geçen bir hadise... Bilinçli ya da bilinçsiz yapılan bazı hareketler telafisi mümkün olmayan hasarlara neden olabiliyor. O nedenle kim ne yaparsa yapsın işin farkındalığında yapmalı ki, maksat güzel hâsıl olsun! 1966’nın Eylül başı, harman sonu ailemize ait toplamda 140 toklu, koç ve tekeleri koç katımı Ekim ayı sonuna kadar gütmek görevi bana verildi. Henüz on birimde idim. Köyümüzde Kara Sülüğün erik ağaçları altına öğle sıcağı nedeniyle bu hayvanları eyledim. Sıcağın etkisinin kırıldığı saatlerde onları yaylıma kaldırmak istedim.

Koyun türü hayvanlar sıcakta kafalarını birbirinin gölgesine sokarak sımsıkı örülürler. O örgüyü bozmak için çobanın dahli gerekir. Müdahil olmuştum. Karabaş koça istemediği biçimde dokunmuş olmalıyım ki, havada uçarak bana doğru geldiğini gördüm. Tedbirimi alamadan göğsüme bütün hiddetiyle tosladı. O etkiyle sırt üstü yere serildim. Ben yerde iken kafasını yan çevirip boynuzunu karnıma doğru saldığında boynuz darbesiyle gömleğim yırtıldı, düğmeleri koptu. Tekrar saldırmak için geri çekilirken elimdeki sopayı bağırarak kafasına vurdum. Sesimi tanımış olmalı ki, birden duraksadı. Göz göze geldik. Anlık bakışma sonrası arkasını dönüp diğerlerinin peşinden gitti. Onları öncelikle çayda suya götürdüm. Akabinde yayılıma saldım.

Her zaman olduğu gibi onları izlemeye başladım. Bir yandan da karabaş koçtan gözümü ayırmıyordum. Hayvan bu! Ne zaman saldıracağı belli olur mu? Koçun öfkesi geçmiş olmalı dediğim sıra o da etrafına bakınmaya başladı. Beni gördüğünde çekinceli vaziyette, özür dilercesine bana doğru gelmeye başladı. Birkaç adım kala durdu. Hem meliyor, hem gözlerinden yaşlar akıyordu. Derken kafasını yere sürtmeye başladı. Hâline dayanamadım. Yanına vardım. Boynuna sarıldım. Yanaklarını, kulaklarını okşadım. O da diliyle ellerimi bir süre yaldı. O hayvani, ben insani duygularla epeyce hasbihal ettik. Diğerlerine katıl karnını doyur, deyip onu ötekilerinin yanına sürdüm. O gün öyle geçti.

Akşam yatsı ezanı sonrası onları getirip avlumuza kapattım. Ertesi gün sabah ezanıyla yine onları kıra çıkardım. Sıcak çıkıncaya kadar otlatıp tekrar o erik gölgelerinin altına getirdiğimde karabaş koç, yanıma yaklaştı. Ben ona baktım. O bana baktı. Kendi lisanıyla birkaç kez meledi. Hâl diliyle ne olur anla beni dercesine bir edası vardı. Başından tuttum. O da, diliyle ellerimi öpercesine yalamaya başladı.

Ey koç! Seni hoş karşılıyorum. Seni, af ettim. Dostluğa devam. Benden sana kötülük, husumet, hile yok! Yaşamak için kendini müdafaan en doğal hakkın dediğimde, koç diliyle: “Beni kurt vs düşmanlarımdan koruyan sensin. Karnımı doyuran sensin. Sana ihanet, nankörlük edemem. Sen masumdun, mazlumdun. Yanlışı ben yaptım. Anlamadan, dinlemeden saldırıya geçtim. Ya boynuz karnına saplansaydı ne olurdu? Beni affet!” demesi, insani duygularımı bir çağlayan gibi coşturdu. Anladım ki, kim ne yaparsa yapsın farkındalıkla yapsın. Öfkeye, intikama lüzum yok… Daima insaf, adalet ve merhamet gerek ki, güven olsun! Taraflar huzur bulsun!

Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!