“Rum’lar tarih boyunca Ada’yı istila eden milletlerin bıraktığı artıkların bir araya gelerek dinde birleştirdiği melezlerdir.

Kıbrıs’ta yaşayıp da Rum halkının düşünce ve gayelerini bilmeyenlerdir ki kardeşlikten bahseder ve iki halkın beraberce iç içe yaşayabilir iddialarını ileri sürerler.” 1978

                                                                                                            Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

Soğuk Savaş yalnızca Amerika ile Sovyetler Birliği arasında yaşanmadı. Günümüzde de Ortodoks Kilisesinde kimin önde olacağı veya duracağı konusunda başlayan tartışmalar yeni boyut kazanarak sürüyor. Yaşanan soğukluğun aşılabilmesi için Rusya Devlet Başkanı Putin’in de devreye girdiği biliniyor. Yurtdışında yaşayan Rusya yurttaşlarının temsilcilerinin katıldığı toplantıda konuşan Putin, İstanbul Fener Rum Patrikhanesi tarafından onaylanan girişimin çok ciddi sonuçları olabileceğini kaydettikten sonra, “Böyle duyarlı bir konunun siyasallaştırılmaması” gerektiğini belirterek birlik çağrısında bulunuyordu.

Fener Rum Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesinin Rusya Ortodoks Kilisesinden ayrılmasına izin vermişti. Kavganın temelini ayrılık teşkil ederken olay Ukrayna Ortodoks Kilisesinin AB yanlısı tutumu ve bağımsız yaklaşımı nedeniyle siyasallaştırılmış olarak kabul ediliyor.

Papazları, dinleri ile inançlarının ortak olmalarına karşın ayrılmaları onaylanırken aynı Ada’da yaşamaktan başka hiçbir ortak özellikleri olmayan Türk’ler ve Rum’lar baskı altına alınarak birlikte yaşamaya zorlanmaktadırlar. Bu anlaşılır bir husus olmanın ötesinde bir bakıştır. BM Genel Yazmanının son raporunu memnuniyetle karşılayan İngiltere’nin BM Sürekli Temsilci Yardımcısı Bay Jonathan Allen, yuvarlak sözcüklerle “Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüm görmek istiyoruz” diyordu. Uyuşmazlığın çözümünün bu kadar uzamasının nedenlerinden bir tanesinin de yuvarlak sözcüklerle görüş açıklamak olduğu gerçeğidir.

Buna karşın Bay Nikos Anastasiyadis, ise düzenlenen bir toplantıda, “Kıbrıs Türk’lerinin endişelerini görmezden gelmeyip, Rum’ların makul beklentilerini güvence altına alacak bir çözüme ulaşmak için durmak bilmeyen bir çaba gösterdiğini” kaydediyordu. Konuşmasının devamında ise “Gevşek Federasyon ile desantralizasyon’un farklı şeyler olduğunu söylüyordu. Desantralizasyon, “Merkezi yönetimin yetki ve sorumluluklarını taşra birimlerine dağıtan bir kavram olduğu gibi yerelleşme belli ölçüde yerel yönetimlere bırakılması olarak” tanımlanıyor.

Fazla uzaklara gitmeden Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmalarına bakmak gerekiyor. Antlaşmalarda öngörülen Türk bölgelerinde ayrı Türk Belediyelerinin kurulmasına neden karşı çıktıklarını biliyoruz. Bay Nikos Anastasiyadis bu önerisi ile aynı filmi yeniden izlettirmek istiyorsa yalnızca yanılgı içinde olduğunu söylemekle yetineceğiz.

Aslında Bay Anastasiyadis yeni öneriler sunmuyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini 1963 yılı Kasım ayında dinamitleyen Makarios’un Anayasa değişiklik önerilerini ısıtarak yeni şekli ile sunuyor. Sıklıkla yinelediğimiz gibi unu ipe sermeye çalışıyor. Ayrıca bu söylemle tuzu da kokuttukları için şimdilerde sözcük oyunu oynamayı yeğliyorlar.

Toplantı sırasında kendisine sorulan “ Bu öneri Kıbrıs Türk’leri tarafından kabul edilmezse ne yapacağız? İstediğimiz şey bir olumlu oyun olmanın ötesinde daha somut bir şey mi? Sorusuna verdiği yanıtta Bay Nikos Anastasiyadis, “Tek egemenlik, tek yurttaşlık ve tek uluslararası temsiliyet, halkın, toprağın, ekonominin ve doğal zenginliğin, birliği, güvenlik, garantiler ve federal devletin AB, BM ve diğer uluslararası örgütlerde etkin temsiliyet gibi konuların sorgulanamayacağını” söylüyordu. Biz ne ister ve ne söylersek o olacaktır…

Özet olarak, “Bizim Kıbrıs Türk’lerine vereceğimiz haklar bunlardır” dedikten sonra “yaşamsal konuları sağlama alacak yetkilerle sınırlandırıyoruz” diyerek hiçbir yeni hakkı vermeyeceklerini yinelemiş oluyor. Bu açıklaması ile Kıbrıs Türk’lerinin nefes almalarını bile yasal yollarla engelleyeceklerinin işaretlerini de vermiş oluyordu. Kıbrıs Türk’lerinin egemenliğini ağzına almadığı gibi verilmesi konuşulan olası eşitliği bile yok saymaya çalışıyor. Verilecek olan eşitliğin de sayısal ölçütlere dayandırılarak işlevsiz hale getirilmesi de olanaklıdır. 

O halde Ulusal Konseyi zaman yitirmeden kurarak bu yönlü çıkışlara karşı duruşumuzu göstermemiz gerekiyor mu ne…

 

SEVGİ ile kalınız…