Yaşadığımız çağda felaketler art arda geliyor. Orman yangınları, kuraklık, dolandırıcılık, savaşlar, toplumsal çöküşler… Her yerden sınanıyoruz adeta. Doğa, insan, sistem; hepsi aynı anda alarm veriyor. Ama asıl mesele şu: Tüm bu olanlara rağmen hâlâ uyanamıyoruz.

Çünkü bilinçsiziz. Çünkü farkındalıktan uzağız. İçinde bulunduğumuz sistem, bizi düşünmekten, sorgulamaktan, doğayı, insanı ve hatta kendimizi anlamaktan uzaklaştırıyor. Tüm bu felaketler bize aslında birer mesaj. Ama mesajı okuyamıyoruz.

Her yanan orman, doğanın bize attığı bir çığlık. Her artan kuraklık, insanlığın açgözlülüğüne ve vurdumduymazlığına bir isyan. Her dolandırıcılık vakası, değerlerin ne kadar yıprandığının göstergesi. Fakat biz bu işaretleri görmek yerine, ya yok sayıyoruz ya da geçici çözümlerle avutuyoruz kendimizi.

Artık bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Uyanmamız gerekiyor. Sadece gözümüzü değil, kalbimizi ve aklımızı da açmamız gerekiyor. Çünkü bu çağ bir “sağlık çağı” olmalı. Sadece bedensel değil; zihinsel, ruhsal ve toplumsal bir sağlık anlayışıyla hareket etmemiz gereken bir dönem.

Gerçek farkındalık, sadece sosyal medyada birkaç gönderi paylaşmakla olmaz. Farkındalık, yaşadığımız dünyayı, çevremizi ve birbirimizi gerçekten anlamakla başlar. Doğayla barışmakla, adaletle yaşamakla, vicdanla hareket etmekle mümkün olur. Doğayı sistemi anlamak, öğrenmek için çaba sarf etmekle olur.

Her felaket bir uyarıdır. Ve uyarılar görmezden gelindikçe daha büyüğü gelir. Belki hâlâ geç değil. Belki bu yazıyı okuyan bir kişi bile durup düşünürse, bir zincirleme farkındalık başlar. Ve belki bir gün, bu çağ gerçekten de iyileşmenin çağı olur.