Size açık konuşmakta fayda vardır. Bu tekliflerinize ‘evet’ diyecek Türk yoktur içimizde. Boşuna uğraşıyorsunuz. 1960’ta Türk ve Rum halkının eşit imzaları ile kurulan ortaklığı yok etmenin bir bedeli olacağını bilmeliydiniz. Bu bedelin şekli ve muhtevası, Makarios - Denktaş ilkeleri ile en asgari şekilde tespit edilmiştir. Bundan kaçma ve adı ‘federal asli’ ‘üniter’ bir çoğunluk hükümeti kurma çabanız başarıya ulaşamaz. Bunu iyice bilmenizde yarar görmekteyiz.” 1979

 

                                                                                            Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

         Kıbrıs uyuşmazlığının ortalıklara çıkarıldığı günlerden bu yana 50 yılı aşkın sürenin geçtiği biliniyor. Bu süreçte BM’de alınan kararların sayısı bile net olarak bilinmiyor. Adı geçen Kurumun aldığı kararlarında tartışmalı olduğunu taraf olanlar bile kabul ediyor. Yaşanan bütün olumsuzluklara karşın adına BM Parametreleri denen kararlar dikkate alınmadan yeni yöntemin denenmesi gerekiyor. Çünkü bu yöntemle alınan sonuç ortalıklarda sürünüyor.

Mendil büyüklüğündeki ülkede yapılacak olan seçimden sonra yeni yöntemle görüşme sürecine geçileceği duyurulurken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de devlet olarak masaya oturması gerektiğine vurgu yapmak istiyoruz. Uyuşmazlığın ortalıklara çıkarıldığı günlerden bu yana Kıbrıs Türk Toplumu söyleminin Kıbrıs Türk tarafına doğru evrildiği günlerden geçiyoruz. Bu söylem başarı sayılacaksa böyle bir başarıya gereksinimimizin olmadığını artık yüksek sesle dillendirmemiz gerekiyor. 

Bu güne değin hiçbir işimize yaramayan BM parametrelerinin önümüzdeki dönemde ne işimize yarayacağına da açıklık getirilmesi gerektiği

inancındayız. Eğer gerçekten sonuç alınmak isteniyorsa Kıbrıs Türkleri olarak hep bir ağızdan “Biz bu adada kalıcıyız” diyerek görüşmelere başlanmalıdır. Bunun ötesinde karşı taraf “bize güvenmediğini söylüyorsa” bizlerde onlara “biz de sizlere güvenmiyoruz” demenin zor olmadığını düşünüyoruz.

Güven unsuru gökten paraşütle inmeyeceğine göre yaşananlardan sonra güvenin sağlanması olanaksız ötesi bir durumdur. Aynı yerleşim yerinde birlikte yaşamış olanların bile şimdilerde birlikte yaşamaktan yana olmadıklarını yapılan araştırma sonuçları doğrulamaktadır. Güven konusunda karşı tarafın düşünce yapısını değiştirmesini beklemek Godo’nun gelmesini beklemeye koşut bir davranış olacaktır.

Konuya güvenden başlanmasını sıklıkla yinelediğimiz gibi 04 Mart 1964 günü alınan 186 sayılı kararın değiştirilerek işe başlanması gerekiyor. Anılan kararın günümüzün koşullarına uyarlanması öncelik ve ivedilikle ele alınmalıdır. Aynı işlem Gümrük Birliği Anlaşmasının da benzer yöntemlerle düzeltilmesi yolunda Kıbrıs Türklerinin lehine olarak atılacak olan adımın güven unsurunun bir parçası olacağına da vurgu yapmak istiyoruz.

Kıbrıs Türklerine Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş Antlaşmalarından ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı dünya kamuoyuna anlatmamız gerekiyor. Karşı tarafın tek yanlı olarak yaptığı anayasa değişikliklerinin usulüne göre yapılmadığı için geçersiz olduğunu anlatmak zorundayız. Karşı tarafın hem güçlü hem de suçlu olduğunu uluslararası toplantılarda dillendirmek gibi bir yükümlülüğümüzün olduğunun da unutulmaması gerekiyor.

Bu arada mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenlerinden ve diğerlerine göre daha mantıklı düşündüğünü sıklıkla yinelediğimiz Dışişleri Bakanı Yannakis Kasulidis, bölgemizde savaş durumunun yaşandığı ülkelerdeki terör örgütlerine silah yardımı yaptıklarını açıklıyordu. Savaş kışkırtıcılığı yapan bu ülkenin terör devleti olarak tanımlanması ve öyle anılması gerekiyor. Terör devleti olarak bunları yaparlarken kendi asıllarına da dönmüş olduklarını da kanıtlıyorlar.

Yukarıdan beri özetlemeye çalıştığımız nedenler Ulusal Konsey’in kurulmasını zorunlu kılıyor. Bu yapının iç konulara girmesine şimdilik gerek olmadığı kabul edilmelidir. Yapılacak çalışmalarla dış dünyadan alınacak olumlu işaretler içimizdeki sıkıntıların kendiliğinden çözülmesine neden olacaktır. Kıbrıs Türkleri olarak adada kalıcı olacağız. Kalıcı olmanın yolunun da Ulusal Konseyin kurulmasından geçtiğini bir kez daha yinelemek istiyoruz. Büyük Devlet Adamı İsmet Paşa’nın zorluklarla karşılaştığı zaman söylediği gibi “Ya bu deveyi güdeceğiz, ya bu deveyi güdeceğiz, bu diyardan gitmek yok” diyordu…

Bizlerde bu diyardan gitmeyeceğimize göre deveyi doğru gütmemiz gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…