“Garanti Antlaşması bir günde bir saatte değişecek kadar basit bir iş değildir. Ne Makarios’un derme çatma askerleri ve ne de cuntanın gönderdiği çapulcuların bunun duvarlarını sarsmaya ne kuvvetleri ve ne de güçleri vardır”. 1967

 

                                                                                             Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

         Rumların saldırılarının başlaması sonrasında Ada’da bozulan düzeni yeniden kurmak ve Kıbrıs Türk’lerinin kırımdan geçirilmesini önlemek için BM Güvenlik Konseyi’nin 04 Mart 1964 gün ve 186 sayılı kararı ile oluşturulan Barış Gücü’nün bugüne değin pek bir işe yaramadığı biliniyor. Şu anda bin 21 kişi bu güçte görev yapmaktadır. Son olarak bu gücün görev süresi 6 ay süre ile uzatıldı. En uzun süredir görevde olan bu gücün harcamalarının da oldukça yüksek olduğunu bizzat BM Genel Yazmanı söylüyor. Harcamaların karşılanabilmesi için bir anlamda avuç açacak konumda olduklarını duyuruyor.

Bu gücün yıllık harcamalarının 55 milyon 152 bin dolar olan bütçesinin üçte biri sahte devletçik, tarafından karşılanırken (18 milyon 384 bin dolar) Yunanistan ise her yıl 6.5 milyon dolar katkıda bulunuyor. Bu harcamaları kendi yasallıklarının devam etmesi için yapıldığı biliniyor. Değilse bu kadar harcamayı neden yapsınlar. Bu konu şimdilerde gündeme Amerika’nın bu ve benzeri güçlere yaptığı katkıyı keseceğini açıklaması sonrasında gündeme taşındı. Bay Guterres ise katkının azaltılması durumunda Barış Gücünün işlevini yerine getirirken zorluklar yaşanacağını da duyuruyor.

Sorgulanması gereken bu gücün sayısının azaltılması değil işlevini tarafsız olarak yapıp yapmadığı veya ne kadar yaptığı sorgulanmalıdır. Gelinen bu noktada Garantör ülke Türkiye, “Çözüm sürecinin gelecekte olabileceği şekle ilişkin olarak peşin hükümlerin kaydedilmesi Türkiye açısından bir anlam taşımadığı gibi, Kıbrıs meselesinin çözümüne de katkı sağlamamaktadır” görüşünü açıklıyordu. Bir kez daha yinelemekte yarar görüyoruz. Ada’da 50 yılı aşkın süredir devam ettirilen uyuşmazlığın temelinde 186 sayılı Güvenlik Konseyi’nin kararı yatmaktadır.

Bu nedenle Ada’da gerçek bir çözüm isteniyorsa anılan karar günümüz koşullarına göre güncellenmelidir. Barış Gücünün bundan böyle ne gibi görevleri üstleneceğinin de sorgulanması ve yeniden belirlenmesi gerekiyor. Çözüm istemekte içten iseler bugüne değin gelmiş geçmiş Genel Yazmanların yazdıkları taraflı raporlardan da vazgeçilmesi gerektiğini kaydetmek istiyoruz. Kıbrıs Türk’lerinin Ada’daki varlıkları sadece Annan’ın Belgesinin oylandığı süreçte fark edildiği acı gerçeğini de yaşamış bulunuyoruz. O günün koşullarında siyasetçilerin söylemi ile Kıbrıs Türk’leri sadece sempati toplamakla yetinmişlerdi.

Kıbrıs Türk’ünün varlığını o günlerde keşfedenlerin gelinen noktayı “son fırsat” olarak değerlendirmesi yapılacakların Kıbrıs Türk’lerinin aleyhine olacağının kuşkusunu çağrıştırıyor. Rum müzakereci Andreas Mavroyannis, ise olguların ne kadar olduğunu anlamalıyız. Yeni çaba başarısız olursa 1974’ten sonra ilk kez daha sonra ne yapacağımızı bilemeyeceğiz” diyordu. Crans Montana süreci gerçekten bir dönemin sonu olabilir. Buna karşın seçeneklerin sonlandırılması diye bir durumun söz konusu olamayacağının bilinmesi gerekiyor. Karşımızdaki unsur çözüm konusunda içten bir duruş sergilemekten yana ise kendileri için istediklerini Kıbrıs Türk’lerinin de istediğini bilmelerine vurgu yapmak istiyoruz.

Bir diğer anlaşmazlık konusu ise Kıbrıs uyuşmazlığının 20 Temmuz 1974 günü başladığı saplantısından da kurtulmalarıdır. Bu saplantıdan kurtulmadıkları takdirde Ada’da çözüme ulaşmanın düş ötesi bir durum olacağını kaydetmek istiyoruz.

Dışarıdan aldıkları desteklerle ve sahte tarih yazmaktan vazgeçmeleri sonrasında Ada’daki uyuşmazlığın çözüme doğru evrileceğinin bilinmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…