Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, gelişmiş pek çok ülkeden önce kadınlarımızı yaşamın her alanında görmek istemiş ve “Kadınlarını geride bırakan toplum geride kalmaya mahkümdür” demiştir. Cumhuriyet ile kadınlarımız her alanda başarılarıyla yer almıştır. Bu alanlardan biri de sanat alanımızdır.

     Resim-heykel alanımıza baktığımızda;  Resimde,Müfide Sadri, Harika Sirel, Melek Celal Sofu, Sabiha Bozcalı, Güzin Duran, Bedia Güleryüz, Fahrünisa Zeyd, Maide Aral. Heykelde Sabiha Bengütaş, Lerzan Bengüsu, Nermin Faruki,Müfide Çalık, Zerrin Bölükbaşı, Türkan Tangör. Seramikde Tülin Adalan, Mediha Akarsu, Füreya, Beril Anılanmert, Alev Ebuzziya, Ruzin Galatalı gibi ilk sanatçıları görürüz.

Mihri HanımAtaturk

     Edebiyatta Halide Edip Adıvar, Kerime Nadir, Güzice Sabri, Peride Celal gibi yazarlar vardır. Bunları Nezihe Meriç, Gülten Akın gibi yazarlar, şairler izlemiştir. Tiyatroda Afife Jale, Bedia Muvahhit, Perihan, Cahide Sorgun ilkler olmuşlardır.

     Esasında tarih boyunca kadın sanatçılara baktığımızda MÖ 600’lerde şair Sappho, 6. yüzyılda tiyatroda ilk kadın oyuncu Bizans İmparatoraricesi Theodora görünür. 17. Yüzyılda Opera’da kadınlar vardır.

    Bizde 15. Yüzyılda Amasya’da yaşamış şair Mihri Hatun, 18. Yüzyılda Fitnat Hanım, Hubbi Ayşe, Tuti, Hatice Nakiye Hanım, Nigar Hanım, Fatma Aliye gibi isimler görürür.

    Bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan Sanayi-i Nefise Mektebi’e giren ilk kız Mihri Hanım ile ilgili okuduğum bir bilgiyi da aktarmak istiyorum. Mihri Hanım dönemin Milli Eğitim Bakanı Şükrü Bey’in yanına gidere “Saygıdeğer Bakan Beyefendi ülkede Meşrutiyetle birlikte özgürlük, adalet, kardeşlik geldi ama bütün bu nimetlerden sadece erkekler yararlanıyor kadınlar hala olduğu yerde, bir adım bile ileri gitmiş değil. Acaba bu ayrıcalık nereden geliyor?” diye soruyor. 1883 yılında kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin bir bölümüne   1914 yılında Kız Güzel Sanatlar Okulu anlamına gelen İnans Sanayi-i Nefise Mektebi kuruluyor. Erkeklere ait olan okulun üç odası ayrılıyor. Öğrenciler görüşmesin diye ayrı saatlerde teneffüsler ayarlanıyor. Kız öğrenciler erkek hocaların derslerine çarşaflı giriyorlar. Meyve, çiçek ve manzara resimleri yaparken Nü resimleri için  erkek öğrenciler müzeden getirilen heykellerle çalışırken kız öğrencilere hamamdan kadın model getiriliyor. Mihri Hanım mezun olduktan  sonra okulda öğrenmem oluyor.

      Bugün ülkemizde resim-heykelden edebiyata kadar sanatın her alanında kadın sanatçılar önde, başarılı sanatçılardır.

Biz yaratıcı yeteneği yüksek ülkeyiz

      Zaman zaman “ Bizden Picasso’lar, Mozart’lar niçin çıkmıyor?” yakınları duyarız ya da okuruz. Burada insanımıza büyük bir haksızlık edildiğini görüyorum.

     İlk önce, insanımıza ne veriyoruz ki yanıtı geliyor.

     Bir ülkeden Picasso’ların, Mozart’ların, Nobel ödülleri almış edebiyatçıların  çıkması için önce o ülkenin insanını yaratma ve kültür politikası olması gerekiyor. Oysa bizim Atatürk’ün başlattığı bir kültür politikamı vardı. Halkevleri ve Köy Enstitüleri vardı. Siyasi oyunlarla onları yok ettik. 

     Halkevleri ve Köy Enstitüleri tamamen bizim yarattığımız insanımızı yaratma projemizde. Bugün en gelişmiş ülkelerde bu projemizin uygulandığını görürüz. Bunu görmek için gelişmiş ülkeledeki sivil sanat kurumları denilen sanat kurumları bizim Halkevlerimizin “Sanatı anlamak, tanımak, yaymak” olarak uyguluyorlar. Köy Enstitülerimizdeki eğitim sisteminin adı Almanya’da “Bauhaus Okulu” olarak uygulanıyor.

      Picasso, neyin nesidir? derseniz. O bir ressamdır, bir sanatçıdır. Peki anlaşılmamak için mi yapıyor resimlerini. Kesinlikle böyle bir şey olamaz. Sanat kültürel gelişmeyi yansıtmıyorsa sanat da olamaz. Eğer öyle olsaydı insanlık hala İlker sanatı sürdürürlerdi. Ülkeleri yenileştiren, değiştiren, geliştirenler insanlık tarihi boyunca hep sanatçılar, düşünürler olmuşlardır. Bilhassa 19. yüzyılda sürrealizm, ekspresyonizm, kübizm, pop art gibi sayısız akım ya da tarzın yaratıldığı, yaşandığı ülkeler bugün sosyo-ekonomik-kültürel gelişmişlikleriyle dünyanın önde gelen ülkeleridir. Bu sadece sanatta değil, insanın gelişmişliğinin yanı sıra yaratıcılıklarını da pazarlayan ülkelerdir. Bu ülkelerde düşünce özgürlüğü, yaratıcılık özgürlüğü vardır. Oysa biz de insanımız  yasaklarla doğup büyüyor.  Çetin Yetkin’in 1970 yılında yayınlanmış büyük boy, 300 sayfalık bir kitabı var. Adı: “Siyasal iktidar sanata karşı” o kitabın sayfalarına baktığımızda hapishaneye girmemiş şairlerimizden, yazarlarımızdan, karikatürcülerimizden, ressamlarımıza kadar  kimsenin kalmamış olduğunu görürüz. Bu kitap 1970 yılına kadarını ele almış. Bir de 2023 yılındayız yani bir son 50 yılımızda yaşananları düşünüz. Bu yetmez  hala etkileri olan Osmanlı dönemimizdeki Şair Nedim, Şair Fuzuli, Namık Kemal gibi nice şairin  başına gelenler de var. Okullarımızda ne kadar resim, müzik, edebiyat derslerimiz var. Eğitim müfrüdatımız insan yetiştirme içerikli mi? Televizyon kanallarımızdaki diziler insanı vahşileştirmiyor mu? Nerede insan yetiştirme hedefimiz? Televizyonlarımızın kaçında kültür-sanat programı var. Hangi gazetemizde sanat sayfası var? Hangi belediyemizin seçimi hedeflemeyen sanatla ilgili çalışması var? Ülkemizde bütün sanat derneklerini bir çatı altında toplayan sanat Kurumumuz var.

      İçin özü; ne yazık ki, yaratıcı yeteneği yüksek, binlerce yıllık Anadolu uygarlıklarından mayalı insanımızla çağımızın, gelişmiş ülkelerin gerisinde onların kopyacılığını yapan bir ülke durumundayız…