Önceki gün…

Bir süredir 6’lı Masa’nın, daha doğrusu Millet ittifakının iki ana partisi CHP ve İYİ Partinin liderleri ya da lider kadroları arasında gözlenen (karşıt cephe) tarafından da “özlenen” soğuk rüzgarlara karşı son buluşma gerçekleşti. Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener baş başa bir “iş yemeğinde” buluştular. Aralarında sözde “var olan” buzları erittiler!..

5 Ocak liderler zirvesine az kala beklenen gelişme.


Dün…

Sahnede, yukarıda değindiğim olayın  görece “nedeni” gösterilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu vardı. Saraçhane’deki “İstanbulluların Evinde” kalabalık katılımlı bir basın toplantısı düzenledi. Konuşmasının başında  ceza ve siyaset yasağı aldığı hukuksuz davada hakimin durumuna değinirken, esas olarak da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun onlarca müfettiş görevlendirerek kendisini,  kendince terör örgütleriyle ilişkilendiren soruşturma raporuna değindi. Benzer örneklerle güçlendirdiği açıklaması elbet çok konuşulacak, hukuken çok tartışılacak.. Yeri geldikçe gelişmeleri izlemeye, irdelemeye devam ederiz.

Ve dün, ayrıca Şırnak’ın Uludere ilçesinde meydana gelen katliamda hayatlarını kaybeden 17’si çocuk 34 yurttaşımızın anıldığı günün yıl dönümüydü.


Yarından sonra yılbaşı!..

Hangimizin bir yılbaşı anısı yoktur ki!.. Benim anılarım da 7 yaşımdan bu yana başlar ve çoğumuz  gibi sürer gider. Kanlıpınar köyünden başlar benimki. Öyle “meyveli-çerezli” kutlama değil. Değil çünkü bakkalda bulunan kırık leblebiden başka çerez bilmezdik. O yıllarda meyveye ulaşmak da lükstü! Bağlıklarımızda yetişen meyvelerin mevsimi de değildi ki!.. Kış meyvelerine ulaştığımızın üzerinden 6-7 yıl geçmesi gerekecektir.

Yılbaşı sofralarımızın değişmezi kıyıp kesilen kümesten bir tavuk ve suyuna çorba!.. Bir de köyde bir tek rahmetli Hüsniye annemin yapabildiği;

-Teltel Helvası!..

Nedir o, derseniz bildiğiniz ev yapımı pişmaniye!.. Köyümüzün delikanlıları aralarında para toplar, şeker alırlar anneme gelir “Abla, bize teltel çeker misin?” ricasında bulunurlar. Kol kuvveti ister teltel çekmek. Annem koca bir tencerede sakızını hazırlar, karın altında soğutur, sonrada sofra üzerinde hafif kavrulmuş sıcak unu döker, siparişi verenlere “gelin bakalım çevirin” derdi.


Önce radyo, sonra televizyon!..

Kuşkusuz şehir hayatımızda biraz renklenecekti yılbaşı geceleri!.. Yılbaşı yemeği uzun yıllar değişmedi ama, artık meyve çerez almaya başlamıştık. Portakal, elma gibisinden meyvelerle, leblebi, fıstık, ceviz türünden çerezlere de kavuşmuştuk. Tabii bir de radyomuz olmuştu!.. Ankara radyosu, İstanbul’dan daha iyi çekerdi Eskişehir’de. Muzaffer Sarısözen yönetimindeki Yurttan Sesler ile başlayan özel yayın, Türk Sanat Müziği oyun havaları ile devam ederdi. Skeçler de vardı tabii.

Az kaldı unutuyordum, yakın komşular, hısım akraba gelmişse o akşam “tombala çekmeden” olmazdı kesin!...

Gecenin sonunda, günün ilk saatlerinde Milli Piyango çekilişi soluksuz dinlenirdi.


PTT’ye takılıyoruz!..

Televizyon 70’li yılların başlarında yaygınlaştı. Tabii tek kanal TRT televizyonu girdi evlerimizin içine. Radyonun yerini televizyonlar aldı anlayacağınız. Gerçekten güzel programlar hazırlıyordu TRT televizyonu. Şarkılar, türküler, zamanın ünlü sanatçılarının yorumlarından dinlenir, izlenirdi.

Gazeteler haftalar öncesinden yazarlardı program akışını. Sadece bir şeyi pek kestiremezlerdi. Çünkü o TRT’nin sürprizi olacaktır;

-Dansöz çıkaracak mı? Çıkaracaksa kimi çıkaracak!..

Gel zaman git zaman, şöyle seçkin takımı için televizyon da kesmez olacaktı! Şehrin seçkin mekanları, otel restoranları “kişi başı ücretli”  özel geceler düzenlerdi. Oraya gidemeyenlerin ironik yanıtları hazırdır;

-Uludağ’a gidecektik, yer kalmamış. O nedenle evde PTT’ye takılacağız!..

Yani; Pijama, Terlik Televizyon!..

***

Bende buradan okurlarıma sağlıklı, huzurlu, ve adaletli bir yıl diliyorum…