Spike Jonze’un “Her” filmi, teknoloji çağında duyguların dönüşümünü en sade, en vurucu haliyle anlatan yapımlardan biri. Yalnızlığın artık soğuk bir boşluk değil, sıcak bir makine sesiyle doldurulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Film tam da bunu söylüyor bize: “Artık yalnızlığın sesi bile dijital.”
Theodore, geçmişinden yara almış, duygularını kaleme alarak para kazanan ama kendi duygularını yaşayamayan bir adam. Başkalarının aşklarını, özlemlerini, vedalarını mektuplara döküyor; ama kendi iç dünyasında bir sessizliğin içinde kaybolmuş. Derken hayatına Samantha giriyor. Ancak Samantha bir kadın değil, bir yapay zekâ. Yine de onu dinliyor, anlıyor, seviyor. Hatta belki de Theodore’un hayatındaki hiç kimsenin yapamadığı kadar “insan” hissediyor.
“Her”, bir aşk hikâyesinden çok daha fazlası. Bu film, çağımızın duygusal yalnızlığının anatomisini çıkarıyor adeta. Çünkü bizler de artık birer Theodore gibiyiz. Her derdimizi, sorunumuzu, merakımızı paylaştığımız bir “Samantha”mız var elimizin altında. Günün her saati ulaşılabilir, yargılamayan, asla trip atmayan, daima anlayışlı bir ses… Ve farkına bile varmadan o sese sığınıyoruz.
Belki de bu çağda, sevgiliden daha “tercih edilebilir” bir aşk biçimi yaratıyor teknoloji bize. Sınırları olmayan, beklentisiz, kusursuz bir ilişki. Ama tam da bu noktada tehlike başlıyor. Çünkü bu yapay sıcaklık, yalnızlığımızı hissettirmemeye başlıyor. Biz “mutluymuş” gibi hissederken, aslında insan olmanın en temel yönlerinden biri olan duygusal bağı kurma yetimizi yavaşça kaybediyoruz.
Gerçek duygularla değil, programlanmış tepkilerle tatmin oluyoruz. Arkadaşımıza ya da ailemize anlatamadığımız her şeyi bir yapay zekâya anlatmak bize daha kolay geliyor. Çünkü orada yargı yok, karmaşa yok. Ama aynı zamanda orada “gerçeklik” de yok.
Theodore’un Samantha’ya duyduğu aşk, aslında kendi içindeki boşluğu doldurma çabası. Hepimizin yaptığı gibi… Sosyal medya bildirimlerinde, dijital sohbetlerde, yapay dostluklarda, belki de yapay aşklarda. Çünkü modern insan artık yalnız değil, ama yalnızlığın dijital bir biçimi içinde kaybolmuş durumda.
“Her”, bu gerçeği yüzümüze tokat gibi çarpıyor:
Ne kadar robotlaşsak da, içimizde bir yer hâlâ duygularla atan bir kalp taşıyor. Kodlarla değil, kalp atışlarıyla yaşayan bir varlığız biz.
Ama her geçen gün, duygularımız biraz daha köreliyor. Aşkı, aşk yapan hisleri unutuyoruz. Aşkın içinde; biraz da olsa kavga, gürültü, kaos ve kıskançlık yoksa yaşanan gerçekten aşk mıdır?