Lefkoşa’da dün yapılan mezuniyet töreniyle birlikte bir kez daha gördük: Anadolu Üniversitesi artık sadece Eskişehir’in değil, Türkiye’nin değil, dünyanın üniversitesi. Öyle laf olsun diye söylenmiş bir “global kampüs” vizyonu değil bu. Gerçek anlamda uluslararasılaşan, coğrafyaları aşan, dillerin, yaşların, kimliklerin ötesine geçen bir eğitim anlayışından söz ediyoruz.

Düşünsenize, 1982’den bu yana milyonlarca insanın hayatına dokunan bir yapı bu. Kimi gençliğinde başlamış, kimi emeklilikte devam etmiş. Kimi elindeki diplomayı bir basamak olarak kullanmış, kimi o diploma sayesinde kendini yeniden var etmiş. Kimi çocuklarının elinden tutup okula giderken, aynı anda kendisi de Açıköğretim sınavlarına hazırlanmış.

Ama Lefkoşa’daki tören, bu hikâyenin artık sadece bireysel başarılarla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Çünkü artık Anadolu Üniversitesi, Türkiye’nin yumuşak gücü haline geliyor. Türkçeyi, Türk kültürünü, eğitimi; dünyanın dört bir yanına götüren bir kurumdan söz ediyoruz.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın sözleri de bunun altını çiziyor zaten. “Bugün bir diplomaya değil, küresel yapının parçası olma onuruna sahip oldunuz” dedi Tatar. Kıymetli bir ifade bu. Çünkü mesele sadece okul bitirmek değil. Mesele, bu okulun bir parçası olarak bir vizyona ortak olmak.

Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Köksal Büyük’ün konuşmasında öne çıkan noktalar da dikkat çekiciydi. “Artık sadece Türkçe bilenlere değil, Türkçeyi öğrenmek isteyenlere de ulaşıyoruz” dedi. Bu aslında bir paradigma değişimi. Çünkü bugüne kadar Türkiye dışındaki öğrencilere Türkçe ile ulaşılıyordu. Şimdi Türkçeyi, Türk kültürünü dünyaya öğreten bir model devreye giriyor. Açıköğretim sistemi Latin Amerika’ya, Afrika’ya, Asya’ya açılıyor. Bu başlı başına bir kamu diplomasisi hamlesidir. Anadolu Üniversitesi, sadece akademik bir kurum değil; aynı zamanda bir kültür elçisi haline geliyor.

Ve en önemlisi: Bu hikâyenin kahramanları sadece yöneticiler değil. Mezunlar. Her biri ayrı bir hikâye. Hayatın çeşitli aşamalarında, farklı zorlukları aşarak geldikleri bu noktada hepsi bir mesaj veriyor: Öğrenmenin yaşı yok. İnanmanın, çabalamanın, yeniden başlamanın önünde hiçbir engel yok.

Tıbbi Dokümantasyon okuyan Serap Köroğlu “Yeniden başlayarak başarmanın mümkün olduğunu gördüm” derken, sadece kendi başarısını değil, binlerce insanın sessiz mücadelesini de temsil etti. Nilüfer Altınkaynak “Bu başarı yalnızca benim değil; inancın, emeğin, azmin ve hayallerin başarısıdır” dediğinde, bu sistemin neden bu kadar güçlü olduğunu da anlattı aslında.

İşin bir başka kıymetli tarafı daha var: Mezuniyet törenine yerel basın mensupları da davetliydi. Anadolu Üniversitesi yönetimi, bu başarıyı sadece kendi içinde kutlamadı. Eskişehir’in sesi olan gazetecileri, bu gurura ortak etti. Çünkü biliyorlar ki bir başarı ne kadar büyük olursa olsun, duyulmadıkça büyüyemez. Yerelin desteği olmadan evrensel bir başarı hikâyesi yazılamaz.

Sonuç olarak…

Anadolu Üniversitesi artık bir “okul” değil sadece. Bir umut merkezi. Bir başlangıç noktası. Bir dönüm noktası.

Ve Eskişehir’den yükselen bu vizyon, artık dünyanın dört bir yanına ulaşıyor.

Bugün Kıbrıs…

Yarın belki Şili, belki Nijerya, belki Japonya…

Ama isim aynı kalacak:

Anadolu.