Vicdan ve insaf sahibihiç kimsenin sağlık sorununu hafife almaz. Tıp uzmanlarının sağlıkla alakalı açıklamalarını zaman zaman TV’deizlerim. Söz konusu sağlık olunca sağlık bilgisi de elzem oluyor. Herkesin sağlığı kendine göre önemli. Eyüp Peygamberin yaşadığı sağlık sorunu misali insanın başına çeşitli illetler gelebilir. İşin ehli doktorlarınteşhisteelle muayenenin gerekliliğine değinmeleri takdire şayan.

Bel fıtıkları vs. rahatsızlıklarda cihazla tespitlerin elle muayene kadar verimli olmadığını seslendirmeleri mesleki erdemlik. Mesleğine saygın tıp otoritelerini izlerken rahmetli dedemi hatırlarım.  Merhum dedem, 1969 yılı Şubat’ında Hakk’a yürüdü. Elli yıl öncesine dönüp dedemin el hünerini sizlerle paylaşmak istedim. Dedem, yöremizin diplomasız sağlıkçısı idi. İnsan veya hayvan sağlığı sorunu olan dedeme başvururdu. Dert sahibinin derdine derman olmayı kendine görev bilirdi. Yaptığı hizmet karşılığında ücret takdim etmek isteyen: “Mehmet Ağa, borcumuz ne kadar?” dediğinde “Senin borcun mu? Borcun, bir başkasının sıkıntısını gidermek... Bir insanın sıkıntısını girdirdiğinde bana ve insanlığa olan borcunu ödersin.

Yaptığım iyiliğe karşılık maddi hiçbir bedel talep etmedim.” derdi. Her fırsatı paraya tedavüle çalışanın kendisi de bir gün paraya tedavül olur. Yıllar sonra tıp otoritelerinden dinlediklerime göre dedemin meziyeti fevkalade bir hizmetmiş. Köyümüz, kent merkezlerine epeyce uzakta idi. Ulaşımın sıkıntılı olduğu dönemlerde insanların derdine derman olmak çok şeydi. Dedemin hüneri uzuv kırıkları, çıkıkları, çatlakları, berelenme vb. bazı hastalıklar üzerine idi. Muhtelif hastalık ve sakatlıklarda dedemi bulurlardı. Aynı halleri hayvanların yaşamasında da: “Yetiş Mehmet Ağa!” derlerdi. Kendi işini askıya alır, derdine derman arayanın imdadına koşardı. Önce sağlık kuruluşlarına müracaatı önerirdi. O zamanın köy yaşantısını bilenler ahvali daha iyi anlarlar.  Doktora kimisi yokluktan, kimisi ihmalden ve kimisi de bilgisizlikten gitmezdi.

Çocuklar, dedemin hastaya müdahil olduğu zamanlarda başına üşüşürdü. Çocuklardan isteği sessiz, sakin olup hadiseyi dikkatle izlemeleri idi. Çocuklar öğrensinler ve kendilerini geliştirsinler diye, takibe mani olmazdı. Dedem, önce hastadan yaşadığı hadiseyi abartısız ve nakıssız anlatmasını isterdi. “Hasta ne kadar acı içerisinde kıvransa da anlattıkça rahatlar ve yüzünde umut ışıkları belirir. Öncelikle hastaya güven ve umut vermek lazım.” derdi. Dedem, hastayı dinledikçe hastanın sıkıntısını yaşar gibi hâle girerdi. Bütün dikkatini hastaya yoğunlaştırıp durum tespitinielle yapardı. Tedavi için gerekli ilaçları kendisi hazırlardı. Hatırladığım kadarıyla sabun, koyun kuyruk kapağı, yağsız kırmızı et, tahin helvası, zeytin, zeytinyağı, sarımsaklı yoğurt, tuzlu ayran, kara üzüm, kuru soğan, limon, bal, çiğ süt üzerine biriken taze krema, katran ve bazı baharatlar ile kısmen bitkilerden hastanın durumuna göre kullanırdı.

Harman zamanı rahatsızlananöküzlere bitkilerden elde ettiği ilacı kullanırdı. Yarım saat sonra hayvan rahatlardı.Atelvazifesi gören tahtaları önceden kısmen hazır ederdi. İlkokula gittiğim dönemlerden birinde dedeme:  “Dede, bu hastalıkları tedavi lüzumunu ne zaman ve ne için hissettin?” diye, sordum. Dedem: “Çocukluğumda sarı bir köpeğimiz vardı. Biri taş vurmuş. Ön ayağının biri kırılmış. Köpek üçayak üzerinde sekerek yürürdü. Köpeği aksak yürürken gördüğümde yüreğimin yağı erirdi. Büyüdüğümde hayvanların bu tür sıkıntısını gidermek üstüme vazife olsun, derdim. İlk tedavi yaptığımda on üç yaşında idim. Eşeğin teptiği bir kuzunun kırık ayağını sardım. O da düzgün tuttu. O kuzunun dostluğunu kazandım. Önceleri hayvanları tedavi ediyordum. Epey hayvan tedavi ettim.

Kışlamız yakınında attan düşmüş bağırarak yerde yatmakta olan bir adam gördüm. Yanına gittiğimde o kişi ayağının kırık olabileceğini söyledi. Onun, söylediklerini harfiyen yaptım. Ağıldan tahta parçaları ve ip getirip adamın anlattığı şekliyle sardım. Ahşaptan yaptığım sedye ile onu evine götürdüm. Adam: “İki gün sonra ziyaretime gel.” dedi. İki gün az zaman değildi. O adamın ziyaretine gittim.  Kapıdan girdiğimde: “Aferin Mehmet” ağrılarım azaldı. Bacağımda kan akışı iyi ki, tenimin rengi düzelmeye başladı. Ellerine sağlık. Sen bu işi becereceksin. Devam et ki, insanların derdine derman olasın.”dediğini, söyledi.Dedem: “Hastanın yerine hep kendimi koydum. Yüzlerce insanın kırık, çıkık vs. rahatsızlığını tedavi yaptım. Çok şükür hiç sakat kalan olmadı.

Binlerce hayvanın da derdine derman oldum.Mühim olan muhtacın ihtiyacını karşılamak... Dert sahibini sağlıklı görmek benim için onurdu. Hz. Eyüp, o kadar amansız dertten Allah’ın izniyle kurtulmuştu. Abdestsiz ve besmelesiz hiçbir tedaviye başlamadım. Tedavi boyunca o hastalığın iyileşmesine dua ederdim. Hayatımın en zor tedavisi omzu kırılmış bir kadının tedavisi oldu. Bu benim işim değil doktora gidin dedimse de, ikna edemedim. Kadını, oğulluğu dövmüş. Döverken de, kadının omzunu kırmış. Hastaneye gitmek istemiyorlardı. Yalvarışlara dayanamadım. O kırık da Allah’ın izniyle tuttu.Başarı Allah’tandır.

Esas olan başarı için gerekli çabayı sarf etmek. Hud suresi 80’inci ayetinde bildirilen Şuayp Peygamberin “…Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir...” duasıyla müdahaleyi tamamlardım.

Yunus Emre GÜLLÜ - 12 MAYIS 2022 / Milli irade