Bizlere yaşadığımız şehirlerin tanıtan, sevdiren yazarlar, şairler, sanatçılardır.  Onlar görevlerini yaparlar ve geride yazılarını, şiirlerini, eserlerini bırakıp giderler. Eskişehir’in de yazarları, şairleri vardır. İsmail Sadık Gaşan bize Eskişehir’i sevdiren, tanıtan yazarlarımızdan biriydi.. Öyle ki bir ömür Eskişehir’i yazmış, tanıtmış, arkasında belge niteliği taşıyan araştırmalarını, yazılarını, kitaplarını bırakıp gitmiş ve bugün unutulmuş, tanıyanı kalmamış. Te köşelerinde yazdığı bu kitapları arkasından kitaplaştırılmamıştır.

İsmail Sadık Portre

      Onu okurları kısaca hep İsmail Sadık olarak tanıdı. Soyadını pek kullanmadı.

      Gazetelerdeki başlığı hep “Yolüstü”, “Yol Üstü İzlenimleri” ya da “”İşaretler” idi. Onu ilk tanıdığımda Eskişehir Turizm ve Tanıtma Derneği’nin (1963-1965) kalemiydi. Yapılanları ve Eskişehir’in tarihi ve doğal zenginliklerini gösteren, derinlemesine bilgiler veren yazılar yazıyordu. Pessinus kazılarını onun yazılarında okuduk. Belçikalı arkeolog Pierre Lambrechts’in gaz lambasıyla kaldığı çadırda kalarak o tanıtmıştı.

      En güzel yazıları Prof. Yusuf Ziya Binatlı’nın Başkanı olduğu Halkevi’nin “Emre”sinin hemen hemen her sayısında yine “Yolüstü” diye yazıyordu. Unutmadığım yazılardan birisinde; 1956 yılındaki Çukurhisar depreminde Türkmen dağında çok kalın çamların devrildiğini anlatmıştı.

       İsmail Sadık yaşamının yarısını Ankara’da geçirdi diyebiliriz Yazılarını Eskişehir’de yayınladığı kadar Ankara gazetelerinde de yayınlıyordu. Ankara’da yayınlanan Bayram gazetesinde Safranbolu’nun adı daha yeni konuşulmaya başlandığı günler o “İkinci Safranbolu Odunpazarı” diye üç gün süren dizi yazısıyla Odunpazarını anlatmıştı. “Lületaşı’mızın Viyana’ya gittiğinden  Viyanalıların Odunpazarılıların çok zengin olduklarını, evlerinin kapılarının altından olduğu söylentisi üzerine bunu görmek için gelip, gezdiklerini yazmıştı. Bunun gibi bir çok Eskişehir söylencesini, masalını da biliyordu.

ismail sadık 3

     İsmail Sadık’ın  Çile Yolları, Batıya Giden Yol, Çukurbağ, Bunalım, İlk Gecekondular, Cumhurbaşkanına Kırılan Çocuk diye 6 yayınlanmış kitabı var. Birisi “Çukurbağ” onu göremedim, roman da olabilir. “Çile Yolları” kitabı 1983 yılında yayınlanan anılarıdır. 2003 yılında yayınlanan “Batıya Giden Yol”da Eskişehir yazıları vardır.”Cumhurbaşkanına Kırılan Çocuk” ta kendisidir. “İlk Gecekondular” bu kitabını Eskişehir’li şair Mehmet Ali Kalkan arayıp fotokopisini vermişti. 2003 yılında Ankara’da yayınlanmış. “Bunalım” kitabı gibi o da bir belgesel çalışmasıdır. İlk gecekonduların ne zaman, nerede, neden  başladığını ve sosyal yanını anlatır.

           Ben 1975-1977 yılları arasında Abdülkadir Gürol’un Eskişehir gazetesinde yazıyordum. İsmail Sadık sık sık oraya gelir Abdülkadir Gürol ile sohbet ederlerdi, onların sohbetlerini çok dinlemiştim.  Anadolu Üniversitesi’ndeki öğretim üyesi Zeki Güler dostumun aklabalığı var mı bilmiyorum, o yakın zamana kadar onun yazılarını topluyordu. Sürdürdümü bilmiyorum

      Esasında İsmail Sadık Gaşan 1933 yılında Eskişehir’de doğmuş, Eskişehir Sanat Okulunu (Endüstri Meslek Lisesini) bitirmiş. Önce şiir yazmaya başlamış. Şiirleri ve yazıları İstanbul Son Telgraf gazetesinde yayınlanmış. 1952 yılında Yeni Hakimiyet gazetesinde profesyonel gazeteci olmuş. Sonra Vatan, Yeni Sabah, Akşam, Cumhuriyet, Yeni Tanin, Terazi, İç Anadolu, Sakarya, en son Anayurt gazetelerinde çalışmış. Anadolu Ajansı’nın Eskişehir Muhabiliğini yapmış, Demiryol-İş Sendikasının Hız gazetesini hazırlamıştı.      Bana “Sen kimlerden beslendin, sana Eskişehir’i kim sevdirdi?” diye sorsalar ilk önce İsmail Sadık Gaşan derim. Vefatına kadar Sakarya gazetesinde yazdı. 9 Kasım 2007 günü vefat etti. Şimdi unutulanlar arasında o da var…

     

“Şiirinle Gel, Şiirlerimizi Okuyalım”

     Şiir ile ilk tanışma, ilkokul sıralarında okul kitaplarıda başlar. Diğer derslerin, konuların arasında şiir sizinle el tutuşur. Size, yüreğinize seslenen dizeler kitap sayfalarında arkadaş gibidir. Çocuk yüreğinizle bu arkadaşlığı, dostluğu sürdürürseniz, sonraki yılların, yaşlarında da devam eder şairlerin şiirlerini ararsınız. Hatta ilk gençliğindeki aşkına, arkadaşlarına yazdığı mektuplarına ünlü şairlerden şiirler bile koyarlar. Oktay Akbal’ın “Hangimiz şiir yazmadık ki. İnsan duygular, hayaller içinde çırpınır, sever şiir yazar, acılar çeker şiir yazar” dediği gibi. Dağda bayırda ki çobanımızdan, devletin üst kademelerindeki yöneticilerimize kadar. Kimisi defterler doldurur, kendinde saklar duygularını. Kimisi dergilere gönderer, kitabını bastırır paylaşır şiirlerini. Defter sayfalarında kalan paylaşırmayan şiir ölü doğmuştur. Şiir okunursa şiir olur…

şiir etk

    Şiirin bir de okunması, şiirin okuru (alımlayıcısı) ile buluşması lazım. Sanat - edebiyat dergilerinin trajları ortada, alanları da edebiyatçıların kendileri olduğu bir gerçek. Şiir kitaplarının da alıcıları aynı. Çok az baskı ile basılıyor.Satışı da ne gezer, Yayın evleri de şiir kitaplarını bu nedenle basmak istemiyor. Ancak; Nazım Hikmet, Orhan Veli, Can Yücel, Atilla İlhan gibi yıllar önce ölmüş olmanız gerekiyor. Şair nasıl gelişecek. Şiir toplumla nasıl buluşacak?..

    Yine Oktay Akbal’a dönelim, ne diyor Struga Şiir Festivalinde : “Bir toplumda şairler yoksa, yetişmiyorsa, şiir okunmuyorsa o toplum bir süre sonra tarihten silinir. Asur uygarlığı gibi”  Fazıl Hüsnü Dağlarca da “Ülkeler şair evlatlarıyla övünürler.Çünkü ülkelerinin duygu zenginliğini, kültürlerini, dillerini şairler yaratır, geliştirir” diyor.

    Bizde kültür politikası, insan yetiştirme politikası olmadığı için insanımıza şiir kültürü de verilemiyor. Toplum şiiri kişisel çabalarıyla tanışıp severse severiyor. O da toplumda binde birle. Onun için çoğu insan boş işler olarak görüyor şiiri. Hatta şiir yazanlarla “Sen de mi şair oldun!” gibi alaya alıyor, küçümsüyor şiir yazanımızdaki yeteneğini… Şiirimize, şairimize verilen bir zarar da budur.

    Esasında şiir, “Şiir matineleri” denilen şairlerin kendi şiirlerini kendi okumaları ile şiir alımlayıcılarıyla  buluşur. Bunun MÖ 5.ve 4. yüzyılda düzenlenen Dionysos şenliklerinden günümüz şiir festivallerine kadar sürdürürdüğünü görüyoruz. Hatta Talat Halman “Şiirin Suskunluğu” yazısında “Türk şiiri. İlk bin yılında yüksek sesle okumak için yazılmıştı.” diye yazmış. Esasında bir şairi şiir okuma, şiir dinletisi etkinliğinde kendi okumasında daha yakından, daha iyi tanırız. Hatta yeniden keşfederiz. Bu bizi şairin diğer şiirlerine götürür. Şiiri severiz, tanırız. “Aş kalabalıkta tatlıdır”denildiği gibi bizi şiir etkinliklerine çeker. Bu bize kendimizdeki şiirsizliğin boşluğunu hissettirir. İlgi uyandırır.

     Eskişehir’de şiirin sorunlarına çözümler arayan, bilinçli çalışmalar yapan Eskişehir Sanat Derneği “Eskişehir’de Sanatı ve Yaygınlaştırma ve Geliştirme Projesi” kapsamında Haziran 2002 de başlattığı “Şiirinle Gel, Şiirlerimizi Okuyalım” etkinliği var. Her hafta çarşamba günleri dernek binasında gerçekleştirdiği bu etkinlikte; Şiir yazanların daha üretken olmalarına ve üreterek gelişmelerine ortam yaratıyor. Eskişehir’de şiir yazanlar biraraya gelip şiirlerini okuyor.