Önceki gün Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’la gerçekleştirdiğim röportajda, yerel yönetimlerin tarımdan ekonomiye, çevreden sosyal hayata kadar nasıl bir fark yaratabileceğine tanıklık ettim. Bugün de geniş geniş gazetemizde yer verdik zaten bu söyleşiyle. Umarım sizler de keyifle okursunuz. Röportajda Başkan Ataç anlatırken ben de dinlerken düşündüm: “Sürdürülebilirlik” dediğimiz şey sadece çevreyle ilgili değil; insanın toprağa yeniden bağlanması, üreticinin kıymet görmesi, kentlinin güvenle alışveriş yapması, çocukların nefes alabilecekleri yeşil alanlara kavuşması demek.
İlk durağımız “Kadın Üreticiler Ürün Satış Noktası”. 2019’dan bu yana üç farklı noktada haftanın üç günü kadın üreticiler kendi elleriyle ürettikleri ürünleri satıyor. Dışarıdan mal alıp satmak yok. Pestisit kullanılmıyor, sağlıklı üretim esas. Üstelik aile bütçesine doğrudan katkı sağlayan bu model, kadınların ekonomik bağımsızlığına da güçlü bir adım. Sabah erkenden kalkıp alışverişe giden kadınların gözündeki heyecanı görmek bile yetiyor; çünkü orada yalnızca alışveriş değil, bir dayanışma var.
Sonra geldik Bozdağ’a. Atalantekke’nin zirvesinde, Tekeciler’in bereketli toprağında, Kızılinler’in serin sabahında yetişen çilekler... 55 bin fideyle başlayan üretim yolculuğu, 26 kadın üreticinin elinde 30 tonluk berekete dönüşmüş. Başkan Ataç’ın deyimiyle artık orası “Bozdağ” değil, “Çilek Dağı”. Üstelik sadece üretmekle kalmamışlar, beş kez ürün alabilen bir düzen kurmuşlar. Böyle bir iklim, böyle bir emek… Ankara’dan İstanbul’dan gelen esnafların da gözdesi olmuş bu çilekler.
Kırsal kalkınmanın bir başka örneği ise Kızılinler Bal Kabağı Panayırı. Ata tohumu ekerek başlanan bu hikâye, yalnızca bir tarım meselesi değil. Panayırda yapılan gösteriler, anlatılan hikâyeler, kurulan stantlar aslında bir “kent-kır köprüsü” kuruyor. 15 üretici 200 dekarda 400 ton bal kabağı üretmiş. Hikâyesi olan bir ürün, ekonomiye de hikâyesiyle katkı sağlıyor. Bal kabağını masallardan sofralara taşıyan bu proje, kırsalın potansiyelini açığa çıkarıyor.
Festival deyince, 4. Geleneksel Çoban Festivali de unutulmamalı. 55 üretici ve 712 küçükbaş hayvanın yer aldığı bu etkinlik, hem hayvancılığı görünür kılıyor hem de 25 bin kişinin katılımıyla ciddi bir sosyo-kültürel buluşmaya dönüşüyor.
Peki ya bilim? Tarımda sadece gelenek değil, teknoloji de işin içinde. BEBKA destekli Tahmin ve Erken Uyarı Sistemi ile 477 bin dekarlık alanda hastalık ve zararlılar daha oluşmadan önleniyor. Binlerce çiftçiye 8 farklı türde erken uyarı sağlanmış. Bu da toprağı korumak, emeği ziyan etmemek demek.
Daha da güzeli var: Gönüllü Bahçeleri. 52 bin metrekarelik alanda kurulu dört bahçede 360 kişi üretim yapıyor. Emekliler, engelliler ve şehit aileleri için ayrılmış alanlar sayesinde sosyal bütünleşme de sağlanıyor. Yaz boyunca toprakla iç içe geçen zaman, bir nevi terapi oluyor. Domates, biber, patlıcan… Belki küçük görünebilir ama bu üretimin arkasında yatan motivasyon büyük.
Tüm bu projelere bakınca fark ettiğim şu: Tepebaşı Belediyesi sadece belediyecilik yapmıyor. Aynı zamanda bir zihniyet dönüşümünü yönetiyor. Tarımı, kadını, enerjiyi, üretimi, yerel değerleri merkeze alan bir anlayışla, “büyümek” yerine “olgunlaşmak” peşinde. Her köye bir simge, her mahalleye bir üretim hikâyesi bırakma çabası, geleceğe kalacak sessiz ama çok güçlü bir iz bırakıyor.
Köyde yetişen bir çilek, şehirdeki bir çocuğun sağlıklı büyümesine; bir kadın üreticinin el emeği, ev ekonomisine; bir bal kabağı festivali, kent belleğine katkı sunuyor.
Sürdürülebilirlik, işte tam da bu. İnsanı ve toprağı birbirine yeniden bağlayan bir hikâye yazmak.
Ve Tepebaşı, bu hikâyeyi sessiz ama derinden yazıyor.