Bir vakitler beklemek olgunluktu, sabretmek erdemdi. Şimdi ise bir veri geç geldiğinde öfkelenen, sipariş 10 dakikada gelmedi diye şikâyet eden bir toplum hâline geldik. Ekranlar elimizde, akışlar sürekli kaydırmalı; ama içimiz dar, zihnimiz yorgun. Her şeyin hemen olmasını istiyoruz: ilişki hemen kurulsun, para hemen kazanılsın, başarı hemen gelsin… Sabır, neredeyse ayıplanan bir meziyet hâline geldi. Oysa gerçek büyüme, olgunlaşma ve üretim hep zaman ister. Aceleyle yoğrulan hayatlar yüzeyde kalırken, sabrın unutturulduğu bu çağda derinliğimizi de kaybediyoruz.

Hayatın ritmini yakalamak istiyorsan önce beklemeyi öğrenmelisin. Sabır, yalnızca bir eylem değil; her şeyin yerli yerinde olmasını sağlayan sessiz bir rehberdir. Beklediğin her an, olgunlaşmak ve olgunlaştırmak için bir fırsattır. Sabırla bekleyen, hem kendini hem de çevresini hak ettiği değere taşır.

Sabırsızlık artık sadece bireysel bir huy değil, toplumsal bir alışkanlık hâline geldi. Okula başlayan çocuk birkaç ay içinde “başarılı” olmak zorunda, yoksa büyük bir telaş başlıyor. Gençler üniversiteden mezun olur olmaz kariyer sahibi olmayı bekliyor. Aileler, çocuklarının gelişimini hızlandırmak, yaşamadıkları yılları yaşatmak için didiniyor. Hayat sanki bir maraton değilmiş gibi, herkes 100 metre koşusuna çıkmışçasına telaşlı.

Sosyal medya bu sabırsızlık kültürünü pekiştiren başlıca araçlardan biri. Paylaşım yaptığımız anda beğeni bekliyoruz, anında etkileşim istiyoruz. Derinlikli düşüncelerin değil, hızlı tüketilen içeriklerin prim yaptığı bir ortamda sabırlı olmak gereksizmiş gibi sunuluyor. Oysa hiçbir gerçek üretim, hiçbir kalıcı değer sabırsızlıkla ortaya çıkmadı.

Eğitim sisteminde de durum farklı değil. Sabırla öğrenmenin yerini hızla yarışmak alıyor. Bu da ne yazık ki yüzeysel bilgili ama yorgun ve memnuniyetsiz bireylerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Bir diğer unutulan yön ise sabrın manevi tarafı. İnanç sistemimiz sabrı büyük bir fazilet olarak görür. Kur’an-ı Kerim’de Asr Suresi’nde Rabbimiz şöyle buyurur:

"Asra yemin ederim ki; insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna."

Bu sure, zamanın kıymetini, insanın hayatı nasıl değerlendirmesi gerektiğini ve kurtuluşa giden temel ilkeleri kısa ama çok derin bir şekilde özetler.

“Sabreden derviş muradına ermiş” der atalarımız. Ancak bugün sabır yerine hemen sonuç bekleyen, zorlukla karşılaştığında çabucak pes eden bir bakış egemen. Bu da insanı manen yıpratıyor; çünkü hayatın doğası sabır gerektiriyor.

Yine sabırsızlık, insanların birbirini yanlış anlamasına, detaylı düşünmeden karar vermesine, araştırmadan her duyduğuna inanan yığınlar hâline gelmesine neden oluyor. Hayatın içindeki anlamsız hız, akışta yanlış kararlar vermemize de yol açıyor.

Sabır, zamanla büyüyen bir çiçek gibidir. Ona fırsat vermezsek açmaz, açmadan da meyve vermez. Oysa biz sabrı hayatımızdan çıkardıkça, derinliği de, huzuru da kaybediyoruz. Hızlıca yaşanan ama anlamı eksik bir hayatın içinde debeleniyoruz. Belki de şimdi yapmamız gereken şey, bir adım yavaşlamak, durup düşünmek ve sabrı yeniden hatırlamaktır. Çünkü gerçek dönüşüm, gerçek başarı ve gerçek mutluluk; anlık değil, zamanla gelen şeylerdir. Ve sabreden, sadece beklemiş olmaz – olgunlaşır, öğrenir ve sonunda gerçekten kazanır.