Onlar her sabah biz uyanmadan çok önce ayaktadır. Biz uyurken sokakları süpürür, kaldırımları temizler, çöpleri sessizce alır, biz tertemiz bir güne uyanabilelim diye çalışırlar. Kim olduklarını bilmeyiz, yüzlerini çoğu zaman görmeyiz. Ama onların emeği, hayatımızın görünmeyen temelidir.

Kalın eldivenlerin altında çatlamış parmaklar, yorgun ama gururlu bir yüz…

Kim bilir kaç gündür bir ‘’selamunaleyküm’’, “kolay gelsin” bile duymamıştır. Oysa bir selam, bir teşekkür, insanın içini ısıtan en güzel armağandır.

Bu şehir, bu ülke; böyle sessiz kahramanlarla ayakta duruyor. Emekçilerle.

Fırıncılar, biz sıcacık ekmeklerimizi alalım diye gece yarısı kalkıyorlar. Sabaha kadar yoğun bakımda kalmış bir hemşire. Ayakta zor duruyor ama hâlâ gülümsüyor. Postacılar, taksiciler, garsonlar, özel güvenlik görevlileri, zabıtalar, apartman görevlileri…

Hepsi hayatın tam ortasında ama genelde görme alanımızın dışında. Ancak dizilerde gerçek olmayanlarını görüyor ve sanal duygular yaşıyoruz. Gerçek kahramanlar genelde sessizdirler. Ve sessizlik, bu çağda görünmezliktir.

Ama görünmeyen yük, her zaman en ağır olandır.

İnsanlar sadece savaşta kahraman olmaz. Bazen bir çocuğu büyütmek için gençliğini feda eden bir anne, kahramandır. Bazen engelli çocuğuyla her gün aynı tramvaya binip, yılmadan hayat mücadelesi veren bir baba… Bazen günde birkaç otobüs değiştirerek işine giden bir asgari ücretli… Hepsi görünmeyen cephelerde savaşan isimsiz neferlerdir.

Şehir, onların alın teriyle yürüyor.

Belki de artık kahramanları pelerinle değil, yıpranmış iş eldivenleriyle tanımamız gerek. Onları alkışlayan sahneler yok, heykelleri dikilmiyor, şiirlere konu olmuyorlar. Ama hayatın gerçek yükünü onlar taşıyor.

Bize düşense sadece görmek değil, anlamak. Bir “kolay gelsin”, bir “sağ olun”, bir “var olun” demek… Çünkü her insana, görülmek iyi gelir. En çok da görünmeyenlere.

Eskişehir’in sabahında, gece vardiyasından dönen bir hemşirenin, çöp konteynerinin başında çalışan bir temizlik işçisinin, kahvaltı yapamadan okula koşan bir öğrencinin sessizliğine kulak verirsek, gerçek kahramanların sesini duyarız.

Ve belki de o zaman, en çok konuşan değil, en sessiz yaşayanlara hayranlık duymayı öğreniriz.