On parmağında on marifet bir tiyatro oyuncusu Elif Melda YILMAZ,besteleri var, enfes bir yorumcu, resimle de ilgileniyor. Sanatın pek çoktürü, onun hayatının neredeyse tamamı olmuş. Onunla sanata, oyunculuğa ve müziğe dair müthiş keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sanatın duruşuyla ilgili ise “Herkese her şeye muhaliftir” dedi.

 ‘YİRMİ İKİ YIL BOYUNCA İLK KEZ SAHNESİZ KALDIM’

Pandemi sürecini nasıl geçirdiniz?

Ben yirmi ikiyıldır aktif olarak sahnedeyim. Üniversite yıllarımda da, hem devlet tiyatrosunda, hem de okul tiyatrosunda oynadım. Eskişehir Şehir Tiyatroları kurulduğu günden beri de, her sezon ,en az bir oyunum oldu. Bunun yanı sıra konserler verdim. Yirmi iki yıl boyunca, sahneye çıkmadığım bir hafta olmamıştı. Bunca yıl sonra ilk kez sahnesiz kaldım. Ve anladım ki, biz hayatı sahne zannediyormuşuz. Başka türlü bir dünya yok zannediyormuşuz. Her şeyin merkezine sahneyi koymuşum ben, ama aslında başka bir çerçeveden bakabileceğimiz bir hayat varmış. Kendimizi dinlediğimiz, daha önce kendimize hiç sormadığımız sorulara cevaplar bulduğumuz inanılmaz bir tekâmül süreci oldu bu. Dört duvar arasında kapalı kaldığım sürede üretmeden yaşayamayan bir insan olduğumu anladım. Resim yaptım besteler yaptım. Şarkılar yaptım. Her şekilde üretmek çok güzeldi. Ama ürettiklerimizi paylaşamamanın verdiği acı, çok yeni çok başka bir farkındalık yarattı elbette. Bunca acı arasında buna acı demek ayıp olacak belki ama,başka türlü betimleyemiyorum. Bir sanatçının acısı diyelim. Çok büyük bir yoksunluk. Kendi içimizdeki başka dünyaları keşfettik. Bu süreçte ailenin önemini çok iyi anladım. Ne kadar çok insanı ihmal ettiğimi fark ettim. Yasakların en sıkı olduğu dönemde bir TV dizisine başladım. İlk dönüşüm diziyle oldu. Diziyle başlamam çok iyi oldu,sahne çok daha zor bir er meydanı olduğu için,dizi seti yumuşak bir geçiş sağladı bana.Televizyon nispeten kolay bir iş,yüksek kondisyon istemiyor,hatanız varsa kurguda düzeltilebiliyor. Tiyatro provasına girdik,hayatım boyunca hiçbir prova sürecinde, bu kadar zorlanmamıştım. Yıllarca sahne paylaştığım, oyunculuklarına hayran olduğum, oyuncu arkadaşlarımın da bu süreçte sahnede bocaladığını gördüm. Bizim işimiz, kondisyonun çok sağlam tutulması gereken bir işmiş, bunu anladık. İlk gösterime on beş gün kala ancak kondisyonumuzu toparlayabildik. Çok şükür seyircilerimize mahcup olmadan, prömiyer temsilimizi yaptık. Öyle güzel, öyle hazır gelmiş ki seyircimiz. Gülmeye hazır, ağlamaya hazır, her an alkışlamaya hazır. Önyargısız, koşulsuz sevgiyle gelmiş. Beğenmeye hazır. Bu kadar uzun bir aradan sonra, bu kadar içten bir seyircinin sevgisiyle sarılıp sarmalanmak nasıl toparladı bizi, nasıl iyileştirdi, kendimize getirdi anlatamam. Çok teşekkür ederiz.

 

EN HASTA OLDUĞUM, EN KÖTÜ HİSSETTİĞİM ZAMANLARDA SAHNEYE ÇIKINCA İYİLEŞTİM

Sanat iyileştir mi?

Sanat yeniden doğurur. En hasta olduğum zamanlarda, sahneye çıktığım zaman iyileştiğimi biliyorum.  En üzgün olduğum zamanlarda,yine sahne çıktığımda iyileştiğimi biliyorum. Sahnede iyileşmediğim bir günü hatırlamıyorum. Seyircimizle karşılaştığımız anda iyileşmememiz mümkün değil. Seyirci ile göz göze, nefes nefese olduğumuzda, o enerji akışını yaşadığımızda, iyileşmemek mümkün değil.

Oyunculuk ve müzik birbirini nasıl besliyor?

Ben müzikle ilgili eksiklerimi sahnede tamamlıyorum halâ. Meslek hayatıma başladığım günden itibaren, müzikal oynadım. Yirmi iki yıldır müzikal oynuyorum.  Sahnede düşe kalka, sesim kısılarak, sesimi doğru kullanmayı, her geçen gün müziğinde hayatımın bir parçası olmasını sağladım. En güzel okul sahne. Okulda aldığım eğitimin üstüne hemen profesyonel hayata başladım. Ben diplomamı aldıktan,hemen on beş gün sonra, Eskişehir Şehir Tiyatroları kuruldu. Taze bilgilerimle hemen teorik bilgilerimi pratiğe dönüştürme imkânı buldum. Tazecik bir tiyatronun bizim gibi gençlere emanet edilmiş olması, çok büyük bir sorumluluk yükledi bize. On üç kişi bu tiyatronun kurucusu olarak başladık. Bu çok önemliydi bizim için. Biz tiyatroyu seyirciye sevdirebilirsek, o tiyatro var olacaktı. Çok şükür ki seyircimize mahcup olmadan,bu günlere geldik. Bu yıllar boyunca da, çoğunlukla müzikal oynadığım için , oyunlarım benim içimdeki müziği, müzik de oyunlarımı destekledi.

‘OYUNCU OLMAK İÇİN BÜYÜK SAVAŞ VERDİM’

Müzikallerin vazgeçilmez oyuncusu olarak görüyorsunuz siz ne düşünüyorsunuz?

İnsanın gönlünden geçen oluyor. Üç, dört yaşlarındayken televizyonda, konusu sahnede geçen müzikli danslı bir filmde, Rita Hayworth‘u gördüm. Ben de bu işi yapmalıyım, bu kadın gibi dans etmeli, şarkı söylemeliyim sahnede demiştim. Hoş, Rita Hayworth’un filmlerde söylediği şarkıları Anita ELLIS seslendiriyormuş, onu yıllar sonra öğrendim.  Çocukluğum boyunca bütün müzikalleri, müzikli filmleri izleyip, şarkılarını ezberleyip taklit ettim. Kılıçoğlu Anadolu Lisesi mezunuyum, oradaki okul tiyatrosu serüvenimle birlikte, doğru bir yolda olduğumu düşündüm ve o zaman oyuncu olmaya karar verdim. Anadolu Lisesi öğrencisi olduğunuz için, “Olur mu öyle şey? Uluslararası okulları kazanabilecek düzeydesin.” diye karşı çıkanlar oldu. Benim yüksek puanlar alabiliyor olmam, benim hayallerimden, gerçekten yapmak istediğim işten vazgeçmem için bir sebep olamazdı. Ülkenin koşullarından dolayı, sanata ve sanatçıya yeterli değerin verilmemesinden dolayı, ebeveynler çocukları farklı alanlara yönlendiriyor. Oyuncu olmak için büyük savaş verdim. Ailemle de öğretmenlerimle de büyük savaş verdim. 

BİRKAÇ YIL İÇİNDE ALBÜM YAPMAYI HEDEFLİYORUM

Albüm çıkaracak mısınız?

Salgın öncesi biz tam albüm sürecine girmiştik. Eskişehir senfoni orkestrasıyla bir konser verdim. Konsere çok yoğun talep oldu, merdivenler bile doluydu bu yüzden çok mutluyum. Bunu tekrarlamayı düşünüyorduk. Stüdyoya girmeyi bekleyen,on iki hazır bestem var. Albüm yapmayı düşünürken, eşimle birlikte konserler verirken, salgınla birlikte, her şey olduğu yerde kaldı. Bu sürece bir virgül koymak, yeni besteler yapmama neden olduğu için güzel oldu. Araya tiyatro ve dizi projeleri girdiği için ertelemek zorunda kaldım.  Tam albüm yapacakken bir oyun giriyor, o bitti derkenbir dizi giriyor. Mükemmeliyetçi olduğum için de biraz geciktiriyorum. İnşallah, dinleyicimize layık bir şekilde yaparız.  Birkaç yıl içinde biralbüm yapmak halâ hedeflerim arasında.

‘KOMİK BİR ÇOCUKTUM’

Çocukluğunuzda unutamadığınız bir oyuncağınız var mı?

Unutamadığım oyuncağım, bir et bebeğim, bir de Fatoş bebeğim vardı.  O da oranları olmayan bir bebek. Ben çok oyuncak oynamazdım.

Çocukluğunuza dair bir yolculuk yapsak neler söylersiniz?

Leblebi tozunu severdim, boğazıma kaçardı saatlerce öksürürdüm. Hatırladığım çok az şey var. Çok çocuk oyunu oynamazdım ama, arkadaşlarıma taklitler yapar, şarkılar söylerdim. Daha o zamanlar, etrafıma seyirci toplayıp, alkış beklemeye başlamıştım. Emel Sayın’ın, Avni Anıl bestesi bir şarkısı vardı. ‘Şarkımı senin için yazdığımı bilseydin’ üç, dört yaşlarındayken, elimde annemin fön fırçasıyla, onu söylediğimi hatırlıyorum. Ajda Pekkan, Sezen Aksu taklidi yapardım. Komik bir çocuktum.

‘OYUNCULUK SONSUZDUR’

Oyunculuğunuzda zirve gördüğünüz yer neresi?

Oyuncuların bedensel avantajları olmakla birlikte dezavantajları da var. Bana benzer roller gelir, hepsi de çok güzel roller. Bu yüzden sonsuz mutluyum, şükürler olsun bütün oynadığım roller için. Benzer rollerin gelmesi ,sizin sınırlarınızı kısıtlayan bir durum. Mesela sahnede bir erkeği oynadığım zaman çok mutlu olacağım. Oyunculuk her gün yeniden öğrenilebilen bir şey. Umarım bedenim sağlığım buna el verir de doksan yaşına kadar sahnede olurum. Doksan yaşına kadar, her gün yeni bir şey öğrenerek, bambaşka roller oynayarak keşfetmeye devam ederim. Oyunculukta ulaşmak istediğim bir yer yok, çünkü oyunculuk sonsuzdur.

ÖNCE KLASİĞİ TAM YAPSINLAR SONRA ÜZERİNE KUŞ KONDURSUNLAR

Kimin hayatını oynamak isterdiniz?

Hiç onaylamadığım birinin hayatını oynamak isterdim. Her yönünü eleştirdiğiniz, hiç empati, özdeşlik kuramadığınız birini oynamak  bir oyuncu için müthiş bir çalışma olurdu. Biyografi oynamak, çok büyük bir sorumluluk ve çok eğitici bir serüven. Siz böyle sorunca yakın zamanda oynayacağım hissi geldi.

Klasik oyun tarzında mı, modern oyun tarzında mı oynamayı tercih ediyorsunuz?

Ben her şeyin klasiğini severim. Klasiğin, klasik şekilde rejisi yapılmış halini severim. Klasik oyunun, modern rejisini ancak çok hünerli bir şekilde yorumlanmış olursa severimda, klasik metinle aynı isimde olmamalı. Metnin uyarlama olduğunu belirten klasiğe yakışır, zekice bir isimle sunulmalı.Klasikler, klasik üslubuyla, mükemmel klasik rejiyle sahnelenemiyor bir türlü. Gerçek klasik reji yapılmadan,klasiğini seyirciye izletmeden, kuş kondurarak modern reji yapılıyor klasik eserlere. Mesela böyle olunca, tiyatroya ilk kez gelen birseyirci, klasiğin bu ortaya konan deneme olduğunu zannediyor. O denemelerin çoğu da hünerli yapılmadığı için, seyircide tiyatroya, klasiklere karşı bir ön yargı oluşuyor. Klasiği tam yapsınlar, sonra üzerine kuş kondursunlar. Tadında bir klasik olsa da, güzel güzel oynasak. Klasik oynamaya hasretim.  Ben bir yönetmen olsam bir Shakespeare klasiğini önce bir klasik olarak mükemmel bir şekilde sahneye koyarım, daha sonra aynı oyunun modern versiyonunu yaparım. Keşke yönetmenler bu yolu izleseler.

Doğaçlama sever misiniz?

Zaman zaman severim ama genel olarak planlı olmaktan yanayım. Doğaçlamayı ekranda seviyorum.  Oradaki doğaçlamalar şahane oluyor, çünkü ilk aklınıza gelen en güzelidir. Ama sahne ile ilgili her şey, kusursuz prova edilmiş olmalı. Mesela oyun sahnelendikten, seyirciyle buluştuktan sonra, oyunla, rolle, duyguyla, durumla ilgili yeni, farklı bir şey keşfedersem ve oyuna hizmet edeceğini düşündüğüm bir değişiklik yapmaya karar verirsem, yönetmenle rol arkadaşımla bunu paylaşır, bu değişikliği birlikte nasıl yapabileceğimizi sorarım. Birlikte dener, prova eder ve karar veririz. Oyuna hizmet ediyorsa, çok da güzel olur. Bunun dışında, ilk temsilde ne yaptıysam, yüzüncü temsilde de noktası noktasına aynı şekilde oynarım. Canımın istediği anda, sürpriz mizansenlerle oyunun akışını değiştirip, rol arkadaşımı zor durumda bırakmamalıyım.

‘SANATIN MUHALİF OLMASI ELEŞTİRİLMEMELİDİR’

Sanat muhalif midir?

Sanat elbette muhaliftir. Olmak zorundadır, herkese her şeye muhaliftir. Sanat eleştirmek için vardır. Çağlar boyunca sanatın her alanında birçok aşama kaydedildi. Vaktiyle kralların, din adamlarının yazdırdığı, sisteme hizmet eden oyunlar vardı. Bunlar dahi, sanatın muhalif olmasını engelleyemedi. Yaşasın kral derken, aynı anda kralı, sistemi eleştiren oyunlar yazan yazarlar olmuş tarih boyunca. Kral kim olursa olsun, bizim desteklediğimiz bir kral da olsa, onu da eleştireceğiz elbette. Bilhassa destek verdiğimiz bir yönetimi eleştirmek, o yönetimin ilerlemesine, hatalarını en aza indirmesine katkı sağlayacaktır. Halk kendi getirdiği yöneticiyi de eleştirmelidir. Sanatın muhalif olması eleştirilmemelidir.

Röportaj: Ufuk Azbay