Aşiretlerle ilgili kaleme aldığım yazı dizime bu hafta da devam ediyorum. Bu haftaki yazımda ise, bölgemizi derinden yaralayan ve ne yazık ki hâlâ devam eden kan davaları meselesini ele alacağım. Birçok sebebe dayanan bu kanlı döngü, sadece taraf olan aileleri değil; toplumsal huzuru, ortak vicdanı ve gelecek umudunu da tahrip etmektedir. Her kan davası, geride yarım kalan hayatlar, dağılan aileler ve nesiller boyu taşınan bir travma bırakmaktadır.
Aile olarak bizim de doğrudan tarafı olduğumuz iki ayrı kan davası yaşandı. İlki, 1960’lı yıllarda bölgenin köklü ve kalabalık aşiretlerinden biri olan Salki aşiretiyle yaşandı. O dönemin şartları, iletişimsizlik, devletin kırsaldaki sınırlı varlığı ve toplumsal reflekslerin sertliği, yaşanan olayların kısa sürede büyümesine neden oldu. Bu süreçte cezaevine giren amcalarım oldu. Ancak tüm bu acılara rağmen, büyüklerin sergilediği sağduyulu duruş ve meseleye akıl terazisiyle yaklaşmaları sayesinde bu kan davası daha fazla derinleşmeden sona erdirildi.
İkinci kan davamız ise 1980’li yıllarda, bölgenin en büyük aşiretlerinden biri olan Metinan aşiretinin önde gelen ailelerinden Temelli’lerle yaşandı. Tamamen yanlış anlaşılmalar ve kulaktan kulağa yayılan söylentiler üzerine gelişen bu süreç, kısa sürede iki taraf için de ağır sonuçlar doğurabilecek bir noktaya evrildi. Ancak bu noktada devreye giren hatırı sayılır kanaat önderleri, bölgenin sözü dinlenen büyükleri ve devlet bürokrasisinin yapıcı girişimleri, meselenin silahlarla değil, sağduyu ve diyalogla çözülmesini sağladı. Böylece taraflar arasında barış tesis edildi ve kanın daha fazla akmasının önüne geçildi.
Yıllar sonra, Metinan Aşireti’nin önde gelen isimlerinden ve o dönem MHP ilçe başkanlığı görevini yürüten Bahattin Temelli’nin daveti üzerine Bozbayır (Misuri) köyünde düzenlenen yemek davetine icabet ettim. Bu davet, geçmişte yaşanan acıların ardından kurulan samimi bir barışın ve olgunluğun da sembolüydü. Bu yıl içerisinde ise Metinan aşiretinin lideri Şerif Temelli’yi ziyaret ettim. Geçmişe dair tek bir cümle dahi kurulmadı. Çünkü bazı günler vardır; ders alınır, bedel ödenir ama tekrar hatırlatılmamak üzere tarihin sayfalarına bırakılır. Gerçek barış, geçmişi sürekli konuşmakta değil; onu aşabilmekte ve geleceği birlikte inşa edebilmekte gizlidir.
Son dönemde bölgede yeniden kan dökülüyor. Ne yazık ki birçok aşiret, küçük kıvılcımların büyümesiyle birbirine düşman hâle gelmiş durumda. Basit bir tartışma, yanlış bir söz ya da kontrolsüz bir öfke; yıllarca sürecek husumetlerin, geri dönüşü olmayan acıların kapısını aralıyor. Her yeni kan davası, sadece iki aileyi değil; bir köyü, bir ilçeyi, hatta bütün bir bölgenin huzurunu tehdit eder hâle geliyor.
Bugün yaşananlar gösteriyor ki, geçmişten yeterince ders çıkarılmadığında tarih kendini acı biçimde tekrar ediyor. Oysa bu topraklar, barışın da sağduyunun da nasıl tesis edileceğini defalarca tecrübe etmiş bir hafızaya sahip. Silahların konuştuğu yerde akıl susar; aklın sustuğu yerde ise bedeli en ağır şekilde masumlar öder. Bu nedenle artık öfkeyle değil, ferasetle hareket etme zamanı çoktan gelmiştir.
Bu noktada sorumluluk yalnızca taraflara ait değildir. Kanaat önderlerine, aşiret büyüklerine ve bölgenin sözü dinlenen isimlerine tarihî bir görev düşmektedir. Geçmişte nice kanlı sürecin, bir beyaz tülbentle, bir kelamla, bir adım geri atma erdemiyle nasıl sonlandırıldığını hepimiz biliyoruz. Bugün de aynı feraset ve cesarete ihtiyaç vardır. Sessiz kalmak, tarafsız durmak ya da “bana dokunmayan yılan” anlayışıyla hareket etmek, bu ateşi söndürmez; bilakis büyütür.
Devletin rolü de bu süreçte hayati önemdedir. Güvenlik tedbirlerinin yanı sıra, sahayı bilen, bölgenin sosyolojisine hâkim isimlerle birlikte kalıcı barış mekanizmaları oluşturulmalıdır. Sadece olay sonrası müdahaleler değil; önleyici, uzlaştırıcı ve sürdürülebilir politikalar hayata geçirilmelidir. Devlet aklı ile yerel bilgelik bir araya gelmediği sürece, bu yarayı tamamen sarmak mümkün değildir.
Ve en önemlisi, gençler… Silahın bir onur, intikamın bir çözüm, öfkenin bir güç sanıldığı her anlayış, geleceğimizi biraz daha karartmaktadır. Gençler bilmelidir ki, gerçek cesaret tetiğe basmakta değil; kanı durduracak iradeyi gösterebilmektedir. Bu toprakların artık yeni mezarlara değil; barışa, üretime ve umuda ihtiyacı vardır.
Bugün söylenecek söz nettir: Kan davaları kader değildir. Doğru zamanda gösterilen akıl, vicdan ve sorumlulukla bu karanlık döngü mutlaka kırılabilir.