Hayatın içinde mutlu ve hüzünlü anlar vardır. Hayat, çoğu zaman mantıksızdır. Bir gün sebepsiz yere ağlarız, ertesi gün gülmekten katılırız. Hayatın içindeki bu anların kıymetini bilemeyiz, fark edemeyiz. Sonra dönüp baktığımızda o kötü günleri gülerek anarız. Hayat absürtlüğün kendisidir. Bazı filmler tam da bu absürtlüğü yansıtır, hayatın içinden çıkar.

Hayat, çoğu zaman bir düzenin içinde değil, bir karmaşanın ortasında akıp gider. Her şeyin bir nedeni olmasını isteriz; ama çoğu şey, nedenini bilmeden yaşanır. Bazen bir kaybın ardından kahkaha atarsın, bazen sevinç içinde hüzün bulursun. Duygular, mantığın sınırlarına sığmaz.İnsan hem ağlar hem güler, hem unutur hem hatırlar çünkü hayat, aynı anda hem trajik hem komiktir.

“Kelebekler” filmi tam da böyle bir hikâye anlatıyor: Saçmalığın, hüznün ve umudun birbirine karıştığı o tuhaf alanı… Hayatın kendisini.

Üç kardeşin yıllar sonra babalarının ölüm haberiyle bir araya geldiği bu film, bir yol hikâyesi gibi başlıyor. Cemal, Kenan ve Suzan; birbirine yabancı, ama aynı geçmişin izlerini taşıyan üç yalnız ruh. Araba bir Anadolu yolunda ilerledikçe, aslında biz de insanın kendi içine yaptığı en uzun yolculuğa çıkıyoruz.

Üç kardeşin, Cemal, Kenan ve Suzan’ın, yolu yılların sessizliğinden geçerek aynı köyde birleşiyor. Uzun süredir birbirine yabancılaşmış bu üç insan, aslında her birimizin temsilcisi gibi. Kırılmışlıklarımız, suskunluklarımız, konuşamadıklarımız… Hepsi o yolculuğun içinde birer yol arkadaşı. Kardeşlik, bu filmde kan bağı olmaktan çok, anlamaya çalışma cesareti demek. Bazen bir bakış, bir sessizlik, bir omuz dokunuşu bin kelimeden fazlasını söylüyor. Ne bir melodram ne de bir vaaz; sadece insan olmanın kırılganlığı.Filmin en çarpıcı sözlerinden biri, Suzan’ın dudaklarından dökülüyor: “Bir gün herkesin içindeki çocuk susar, ama bazen o sessizlikte hâlâ bir şeyler konuşur.” O söz, sadece filmdeki kardeşlere değil, hepimize ayna tutuyor. Çünkü bazen en çok, ailemizle kuramadığımız o konuşmalar yorar bizi. Aile dediğimiz şey, çoğu zaman söylenemeyenlerle kurulur. Biz konuşmayız ama biliriz; kızarız ama severiz; uzaklaşırız ama kopamayız. Kelebekler’deki yolculuk, babalarının ölümüne değil, aslında kendi içlerindeki ölü sessizliğe doğru bir yolculuk. Ve film bittiğinde anlıyoruz ki, bazen en saçma görünen şeyler bile bizi gerçeğe yaklaştırıyor.

Kelebekler gibi kısa ömürlü, ama bir o kadar da etkileyici.

“Kelebekler”, bize şunu hatırlatıyor: Hayat tuhaf, aile karmaşık, ama kardeşlik hep bir umut barındırıyor ve tıpkı kelebekler gibi, biz de kısa ömürlerimize anlam katabiliyoruz eğer birbirimizi anlamaya çalışırsak.