Bir milletin diline vurulan ket, onun hafızasına vurulmuş prangadır.
Tabelalar… Kimi zaman bir dükkânın kimliğidir, kimi zaman bir sokağın ruhu.
Ama ne gariptir ki, son yıllarda şehirlerimizde yükselen alışveriş merkezlerinde, lüks sitelerde ve yeni nesil iş yerlerinde Türkçe, tabelaların yüzünde boynu bükük duruyor.
Görkemli cam cepheler, parlayan vitrinler…
Üzerlerinde ise çoğu zaman “beauty”, “life”, “style”, “grand”, “mall” gibi birbirinin kopyası, ruhsuz kelimeler...
Türkçenin incelikli ahenginden koparılmış, yerli yerine oturmamış yabancı sözcükler…
Ne gariptir ki, bu görüntüye alışan gözler Arap harfleriyle yazılmış bir tabelayı görünce öfke kusuyor; ama İngilizce tabelalara karşı sus pus oluyor.
Dilimize yönelmiş çifte standardın acı bir tezahürü bu.
Sahi, Arapçaya kızanlar İngilizceye neden susar?
Millîliğin ölçüsü tabeladaki fonta mı, yoksa dile duyulan sevgiye mi bağlıdır?
Daha da düşündürücü olanı ise şu:
Bazı AVM isimleri ya da site adları özellikle yabancı kelimelerle yazılıyor; sırf “daha lüksmüş” gibi görünsün, “daha havalıymış” izlenimi uyandırsın diye...
İngilizceyle süslenmiş bir tabelanın, o iş yerini ya da daireyi daha değerli kılacağı zannediliyor.
Bu özenti, ev ya da ofis satın alacak kişilerin, değerinin çok üzerinde fiyatlara razı olmasına da neden oluyor.
Aslına bakarsanız alıcı da bu havadan etkilenmiyor değil hani...
Prestij, nihayetinde.
Yani sözcüklerin diliyle algı yönetimi yapılıyor.
Yabancı bir kelimeyle “lüks” havası veriliyor; ama aslında kandırıcı bir ambalajdan ibaret...
Ve evet, kabul edelim: Bu yazının içinde bile “prestij” gibi yabancı kökenli bir kelime geçiyor.
Kimi zaman biz de bu kelimeleri öyle içselleştiriyoruz ki, farkında olmadan savunduğumuz davayı zedeliyoruz.
“Prestij” yerine “itibar” desek mesela…
“Şöhret” yerine “ün”...
“Rezidans” yerine “konak”, “yurt”, “ev”...
Kulağa daha sade, ama özümüze daha yakın gelmiyor mu?
Unutmayalım: İtibar tabelada değil, duruşta olur.
Görünüşteki “hava” geçicidir; ama dilin ruhu kalıcıdır.
Kimliğini pazarlık konusu eden toplumlar, eninde sonunda karakterinden de ödün vermeye başlar.
Dil; sadece bir iletişim aracı değil, kültürün, tarihin, kimliğin kendisidir.
Siz tabelalardan Türkçeyi silerseniz, çocuklara hangi kelimeyi miras bırakacaksınız?
Hangi “home” kelimesi, bir “yuva” kadar sıcak gelebilir kulağa?
Hangi “beauty” kelimesi, bir “güzellik” kadar zarif olabilir?
Bir dilin kaybı, sessiz bir yıkımdır.
Beton yükselirken kelimelerimiz çöküyorsa, işte orada durup düşünmemiz gerekir.
Bugün AVM’lerde, Türkçesiz bir estetik adına susturulan tabelalar; yarın sokakta konuşulmayan bir Türkçeye dönüşebilir.
Bu sadece tabelaların değil, kültürün çürümesidir.
Evet, Arapça tabelalar da tartışılabilir; şehir estetiği içinde bir düzen aranabilir.
Ama aynı duyarlılığı İngilizceye karşı göstermiyorsak, burada bir samimiyet sorunu vardır.
Sorun sadece harflerde değil; özde, bakış açısında ve kabulleniştedir.
Gelin, bu çarpık gidişata edebî bir duruşla karşı çıkalım.
İş yerlerimizde, AVM’lerimizde, sitelerimizde Türkçeye öncelik verelim.
“Berber” demek ayıp değil, “kuaför” olmak şart değil.
“Manav”, “terzi”, “lokanta”, “kırtasiye” gibi kelimeler sadece tabelalara değil, ruhumuza da iyi gelir.
Her tabelada bir tercih yatar.
Ve her tercih, ya bir aidiyetin kanıtı ya da bir unutuşun izidir.
Ez cümle: Mütedeyyin müteahhitler, siz bari vazgeçin şu saçma furyadan.