“Makarios’un her ne vesile ile olursa olsun ‘vicdandan, Kıbrıs faciasından, adil ve makul bir çözümden’ dem vurmaya asla hakkı ve yetkisi yoktur. O, vicdandan, adaletten bahsedecek en son kişidir. Yeryüzünde O’nun lügatinde ‘adalet’, ‘Türk kıyımı’ demektir. ‘vicdan’ Türklere açılan Ortaçağ kalıntısı mezalim ve akıtılan Türk kanı anlamındadır. O’nun ‘adil ve makul çözümü’ Kıbrıs Türklerinin imha edilmesiyle Ada’nın Yunan kolonisi haline getirilmesi demektir.” Dr. Fazıl KÜÇÜK/1975

                                                                                                                     

Amerika’da son yıllarda 1. Paylaşım Savaşı sırasında aynı topraklar üzerinde İngilizlerin kışkırtması sonrasında Büyük Ermenistan ve Büyük Kürdistan’ı kurmak için silahlandırılan gruplar arasında kıyasıya acımasızca yaşanmış olan kırımlar son yıllarda Soykırım olarak tanımlanmaya başlandı. İngilizler tarafından yayınlanan Mavi Kitap’ta yazılanlar ki bunların bir süre sonra yalan ve uydurma olduğu bilim insanlarınca da kabul ediliyor. Buna koşut adı geçen yalan savlar konusunda uluslararası veya ulusal bir yargı kararının olmadığı biliniyor.

Yalana dayalı olduğu bilinen savlar BM’in 1948 yılında aldığı Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesine dayandırılıyor. 1915 yılında yaşandığı savlanan öneriler yukarıda da değindiğimiz gibi yasal dayanaktan yoksundur. Üstelik alınmış olan kararların geriye doğru işletilmesi hukuken olanaklı değildir. Bu gerçeği işine geldiği gibi de değerlendirmek bu kervana katılmış olan yalnızca Amerika’yı değil diğer ülkeleri de içermektedir. Aynı topraklar üzerinde iki adet büyüğün olamayacağını planlamış olanlar da iyi biliyorlar. Bu savlara artık son vermenin zamanının geldiğini bilmeleri ve kör bir oy için ortalıklarda boy göstermelerine son vermeleri gerekiyor.   

Kıbrıs Türklerinin eşitliğini ayaklar altına almak için hazırlanan Annan Planı değil belgesinin oylanmasının üzerinden 19 yılı geride bırakmış oluyoruz. Plan diye ortalıklara çıkılırken tarafların haklarının karşılıklı olarak korunması gerekiyor. Bu yapılmadığı ve Kıbrıs Türklerinin eşitliğini bile tanımadığı için Plan değil Belge olduğunu kaydetmek gerekiyor. Buna koşut adı geçen belgenin oylanması öncesinde adada Türklerin de yaşamakta olduğu gerçeği ile yüzleştiler. Buna karşın uyguladıkları baskı ile görmezden geliyorlar. Tutum ve davranışlarını değiştirmeden halen sürgit ettiriyorlar. Kıbrıs Türkleri olarak bizlere belgenin oylanması sonrasında buz üzerine yazmış oldukları sempatiyi kazandırmış oluyorlar.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin turizm olanakları biliniyor. Tanıtım yapılırken yılın 300 gününde güneşin olduğu belirtiliyor. Bu nedenle elektrik üretiminin güneş enerjisi ile sağlanması gerekiyordu. Konuya ilişkin olarak Hükümetin çalışmalar yaptığı belirtiliyor. Üstelik böyle bir çalışma ile daha ekonomik bir maliyetin ortalıklara çıkacağı gerçeği ile yüzleşmiş olacağız.

Avrupa ülkelerinin Kuzey Denizinden elektrik üretimini artırmak için Kuzey Denizinde Deniz üstü rüzgar enerjisi santralı kurulması ve alt yapı güvenliğinin arttırılması çalışmalarını sürgit ediyorlar. Üretim için de hedef olarak da 2030 ile 2050 yılı gösteriliyor. Kıbrıs’ta ise bedava olan güneşten elektrik üretiminin başlatılması için bu kadar uzun sayılabilecek süreye gereksinimimizin olmadığını düşünüyoruz.

İlk adımların atılması ile kısa sürede olumlu sonuçların alınacağının bilinmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…









Ahmet GÖKSAN
[email protected]