Her insan, her kurum, hatta her toplum bir frekansta titreşir. Farkında olsak da olmasak da, hangi enerjiyi taşıyorsak o enerjinin yankılandığı bir alanın içine çekiliriz. Tıpkı doğadaki rezonans yasasında olduğu gibi: Aynı frekansta titreşen iki sistem, birbirini etkiler, birbiriyle uyumlanır.

İşte bu yüzden, işçinin hakkını gasp eden bir işveren, kendi sistemine adaletsizlik frekansını yüklemiş olur. O işveren, dışarıdan ne kadar zengin görünürse görünsün, içten içe o adaletsizliğin enerjisiyle çürümeye başlar. Çünkü rezonans alanı boşlukta işlemez; taşıdığınız enerji, sizi er ya da geç çevreler, sarar ve biçimlendirir.

Refah, sadece maddi kazançla tanımlanabilecek bir kavram değildir. Gerçek refah, huzurla, içsel dengeyle ve toplumsal barışla gelir. Bir işçinin emeğini sömüren, hakkını vermeyen bir işveren; kazancını ne kadar arttırırsa arttırsın, rezonans yasasının doğasından kaçamaz. Adaletsizlik yayar, adaletsizliği çeker. Etrafında huzursuzluk, dedikodu, verimsizlik yaşanır.

Tam tersi de geçerlidir: İşçisinin hakkını gözeten, emeği kutsal bilen bir işveren, kendi alanında güven ve sadakat enerjisini oluşturur. Bu enerji büyür, bereketi artırır. Çünkü insanlar sadece para için değil, saygı ve adalet buldukları yerlerde çalışmak ister.

Rezonansın yasası şudur: Ne yayarsan, onu çekersin. Ne taşırsan, onun içinde bulursun kendini.

Bu yazıyı okuyan herkes için çağrım basit ama derin: Eğer refah istiyorsanız önce adil olun. Eğer huzur arıyorsanız önce hakka saygı gösterin. Çünkü kainat, niyetimizin yankısını bize döndürmekte asla tereddüt etmez.