Yakın zamanda bir akşam, eski bir dostumla kahve içiyorduk…

Konu doğal olarak yapay zekâya geldi..

“Artık yazarlar bile işsiz kalacak,” dedi gülerek.

Ben de ona şu soruyu sordum: “Peki ya insan yoksa, kim okuyacak o yazıları?”

Sessizlik oldu. Çünkü sorunun asıl can alıcı yanı buydu: Teknoloji hızla ilerlerken, insan tam olarak nerede duruyor?..

Merkezde mi, kenarda mı, yoksa tamamen dışarıda mı?

Birkaç yıl önce bu soru felsefi bir lüks gibi gelirdi.

Bugün ise somut bir kaygı.

ChatGPT’nin ilk çıktığı hafta, bir yazar arkadaşım “Artık roman yazmama gerek kalmadı, bir prompt veriyorum, kitap hazır,” demişti.

O an şaka gibi gelen cümle, bugün milyonlarca insanın mesleki geleceğini tehdit ediyor.

Doktorlar teşhis koyuyor ama yapay zekâ daha hızlı ve daha az hata ile koyuyor.

Avukatlar dava dosyalarını inceliyor ama algoritmalar saniyeler içinde emsal kararları tarayıp strateji üretiyor.

Mühendisler köprü tasarlıyor ama bir yapay zekâ, milyonlarca parametreyi aynı anda hesaba katarak daha güvenli ve ucuz alternatifler sunuyor.

Peki bu yarışta insan ne yapacak?

Daha mı çok çalışacak, yoksa tamamen çekilecek mi?

Transhümanistlerin cevabı net: “Birleşeceğiz.”

Beynimize çip takacağız, bilinçlerimizi buluta yükleyeceğiz, ölümsüzlüğü satın alacağız.

Neuralink’in ilk denekleri zaten klavyesiz düşünerek bilgisayar kullanıyor.

10-15 yıl içinde zenginler “yükseltme” paketleri alacak, geri kalanlar ise biyolojik sınırlarıyla baş başa kalacak.

Eşitlik değil, yeni bir kast sistemi doğacak: Yükseltilmişler ve geride kalanlar.

Ama bir de diğer senaryo var; belki de en karanlığı: İnsan gereksiz hale gelecek….

Bir şirket, bir yapay zekâyı yönetmek için 1000 çalışana ihtiyaç duyuyordu bugün, yarın belki 10 kişiye, öbür gün ise sıfıra…

Üretim, lojistik, yaratıcılık, hatta duygusal destek bile otomatize edilecek.

O zaman geriye tek bir soru kalacak: Milyarlarca insan ne yapacak?

Evrensel temel gelir mi verilecek, sanal gerçeklikte mi uyutulacak, yoksa nüfus “doğal” yollarla mı azalacak?..

En korkutucu olan şu: Teknolojiyi geliştirenler bile bu sorunun cevabını bilmiyor.

OpenAI’nin eski güvenlik ekibinden istifa edenler “Süper zekâ geldiğinde kontrolümüz olmayacak” diyor.

Elon Musk bir yandan Mars’a koloni kurmaktan bahsediyor, bir yandan “Yapay zekâ insanlığın en büyük varoluşsal tehdidi” diye tweet atıyor.

Yani gemiyi yapan kaptanlar bile “Bu gemi batarsa ne yaparız?” sorusuna yanıt veremiyor…

Ben kendi payıma şunu görüyorum: Teknoloji ne kadar hızlı ilerlerse ilerlesin, bir şey hâlâ sadece insana ait: “Anlam arayışı. “

Bir yapay zekâ mükemmel bir şiir yazabilir, ama o şiiri neden yazdığını sorgulamaz.

Mükemmel bir resim çizebilir, ama o resim karşısında göğsünde bir sıkışma hissetmez.

Aşkı, acıyı, ölümü, varoluşsal boşluğu ancak insan tanımlayabilir ve taşıyabilir.

Belki de gelecekte insanın tek “işi” bu olacak: Hissetmek.

Anlam üretmek.

Makinenin yapamadığını yapmak.

Fakat bunun için önce hayatta kalmamız lazım.

Hem biyolojik olarak, hem de insan olarak.

Eğer teknoloji bizi tanrılaştıracaksa, yok edecekse yok olmaya hazır mıyız?

Belki de kıyamet bu…

Yok eğer köleleştirecekse, köleliği kabul edecek miyiz?

Ben şahsen ne yok olmak ne de köle olmak istiyorum.

İnsan kalmak istiyorum. Ama bunun için çok az zamanımız var.

Çünkü saat işliyor ve makine durmuyor.

Soruyu tekrar soralım, bu kez daha yüksek sesle:

Hızla ilerleyen teknolojik gelecekte, insan gerçekten nerede olacak?

Cevabı biz vermezsek, başkaları verecek.

Ve o başkaları, artık insan olmayabilir.

AZ DA SAĞLIK…

LANCET dergisinde yayınlanan araştırma sonuçlarına göre:

“Aşırı İşlenmiş Gıda ve onu üreten sistem, sağlık ve ekonomik zararlar açısından tütünü geride bırakmış durumda ve aynı zamanda plastik kirliliğinin, biyolojik çeşitliliğin kaybının ve ormansızlaşmanın başlıca sebebi.”

NE DEMİŞ?…

“Hesap sorabilmek için de hesap vermekten kaçınmamak gerekir. Hesap vermek her bir CHP'linin namus borcudur."

-Kemal Kılıçdaroğlu