Eskişehir, yıllardır kendisini “öğrenci kenti”, “yaşanabilir şehir” gibi kavramlarla tanımlıyor. Haklıyız da… Ancak son bir haftada yaşanan iki asayiş olayı, bu tanımların altını yeniden düşünmemiz gerektiğini acı bir şekilde yüzümüze vurdu. Üstelik mesele yetişkinler değil, suç örgütleri hiç değil. Mesele çocuklar… Hem mağdur olanlar hem de suça sürüklenenler.
15 Aralık’ta 12 yaşında bir çocuk, okuldan çıkarken kasık bölgesinden bıçaklandı. 20 Aralık’ta ise liseliler arasındaki bir kavga, yine bir çocuğun bıçaklanmasıyla sonuçlandı. İki olayın ortak noktası yalnızca bıçak değil; ortak nokta, yaşları henüz hayatı tanımaya bile başlamamış çocukların bu şiddetin tam ortasında yer alması.
Bu noktada artık “münferit olay” demek mümkün değil. Çünkü ortada sosyolojik bir kırılma var. Çocuklar, anlaşmazlık çözme yöntemini konuşarak değil, yumrukla, bıçakla, kavgayla gerçekleştiriyorsa, burada yalnızca polisiye bir mesele yoktur. Bu, toplumun tamamını ilgilendiren bir alarmdır.
En acı tarafı şu: Bu çocukların büyük bölümü, aslında korunması gereken yaş grubunda. Suçun faili gibi görünseler de gerçekte çoğu zaman suça sürüklenenler. Şiddeti normalleştiren sosyal çevre, kontrolsüz dijital dünya, akran baskısı ve en önemlisi aile içindeki boşluklar bu tabloyu besliyor.
Burada ailelere düşen sorumluluğu görmezden gelemeyiz. Çocuğun kimlerle vakit geçirdiğini bilmeyen, elindeki telefonun içinde ne olduğunu merak etmeyen, “benim çocuğum yapmaz” kolaycılığına sığınan her yaklaşım, bu zincirin bir halkasını oluşturuyor. Aile, sadece çocuğun karnını doyuran değil; onun ruhunu, öfkesini, korkusunu ve yalnızlığını da gören yapı olmak zorunda.
Öte yandan haksızlık etmeyelim. Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy’un, çocukların suça sürüklenmemesi adına yürüttüğü çalışmalar kamuoyunun malumu. Emniyet, eğitim, sosyal hizmetler ve sivil toplum iş birlikleriyle önemli projeler hayata geçiriliyor. Buna rağmen bu olayların yaşanması, sorunun ne kadar derin ve çok katmanlı olduğunu gösteriyor. Demek ki yapılanlar kıymetli ama yeterli değil.
Artık tüm kurumların, “ben görevimi yapıyorum” demekten çıkıp gerçekten seferberlik ruhuyla hareket etmesi gerekiyor. Okullar, rehberlik servisleri, yerel yönetimler, emniyet birimleri ve aileler aynı dili konuşmadıkça bu tablo değişmez. Çocuk, bir boşluk bulduğunda oraya şiddeti koyuyorsa, o boşluğu birlikte doldurmak zorundayız.
Şunu da açıkça söylemek gerekiyor: Bıçak, bugün bir çocuğun cebindeyse; yarın daha büyük felaketlerin habercisidir. Bugün “hayati tehlikesi yok” diye rahatladığımız her olay, yarın geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir.
Eskişehir, çocuklarını bıçağın gölgesinde büyütmeyi hak etmiyor. Bu şehir, çocuklarına umut, güven ve gelecek borçlu. O borcu ödemek de yalnızca devletin değil, hepimizin sorumluluğu.