Abraham Maslow’un 1943’te ortaya attığı ihtiyaçlar hiyerarşisi, insan motivasyonunu bir piramit şeklinde açıklar.

En altta fizyolojik ihtiyaçlar (yemek, su, barınma), onun üstünde güvenlik ihtiyacı (iş, sağlık, mülkiyet güvencesi), sonra sevgi ve aidiyet ihtiyacı (arkadaşlık, grup içinde kabul görme, bir yere ait olma hissi), daha yukarıda saygınlık ihtiyacı (başarı, statü, tanınma) ve en tepede kendini gerçekleştirme (kişisel potansiyeli tam olarak kullanma) yer alır.

Maslow’a göre alt basamaktaki ihtiyaçlar büyük ölçüde karşılanmadan üst basamaklara çıkmak zordur…

Türkiye’de CHP seçmeninin siyasi davranışına baktığımızda, bu piramidin üçüncü basamağı olan “aidiyet” ihtiyacı adeta bir demir kafese dönüşmüş görünüyor.

Diğer basamaklar ya tatmin edilmiş ya da umursanmıyor; tek başına aidiyet, yıllardır oy davranışını belirleyen baskın (hatta tek) motivasyon haline gelmiş durumda…

Fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları açısından CHP’nin ana seçmen tabanı (büyük şehirlerin görece refah içindeki orta-üstü sınıfları, emekli beyaz yakalılar, kamuda ya da özel sektörde güvenceli işlerde çalışanlar) zaten piramidin alt iki basamağını çoktan geçmiş durumda. Açlık, işsizlik korkusu, barınamama gibi varoluşsal tehditler bu kitlenin büyük bölümü için 90’ların Türkiye’sinde kaldı. Bugün bir CHP’li seçmen markete gittiğinde etiket fiyatlarına kızsa da kasadan dönmüyor; ev sahibi ya da kiracı olsa da başını sokacak çatısı var.

Dolayısıyla bu iki basamak “tatmin edilmiş” kategorisinde.

Peki üstteki saygınlık ve kendini gerçekleştirme basamakları?..

İşte orada büyük bir tıkanıklık var ama CHP seçmeni bu tıkanıklığı dert etmiyor gibi görünüyor.

Çünkü araya üçüncü basamak, yani aidiyet ihtiyacı, dev bir set çekmiş durumda...

“Ben CHP’liyim, Atatürkçüyüm, laikim, Cumhuriyetçiyim, çağdaşım” cümleleri bir kimlik kartı gibi taşınıyor.

Bu kimlik, bireyin hem kendini tanımlamasını hem de ötekinden ayrışmasını sağlıyor.

“AK Partililer gerici, milliyetçiler faşist, İYİ Partililer yobaz” gibi keskin ayrımlar da bu aidiyetin negatif tanımını güçlendiriyor…

Bu aidiyet o kadar güçlü ki, üst basamaklara çıkmayı gerektirecek hiçbir motivasyon üretmiyor…

Örneğin:

- Saygınlık ihtiyacı açısından bakarsak, CHP’nin 47 yıldır hiçbir genel seçimi kazanamaması, büyük şehirler dışında Anadolu’da neredeyse hiç varlık gösterememesi, seçmenin “başarı” ve “tanınma” duygusunu tatmin etmiyor.

Ama bu durum aidiyet duygusunu zedelemediği sürece sorun teşkil etmiyor. Yenilgi bile “biz doğru yoldayız, halk henüz anlamadı” diye aidiyeti pekiştiren bir malzemeye dönüşüyor.

- Kendini gerçekleştirme basamağı ise tamamen devre dışı.

CHP seçmeni, partisinin Türkiye’nin sorunlarını çözme kapasitesine değil, kendi kimliğini koruma ve yüceltme kapasitesine oy veriyor. Ekonomi batsa da, mülteci sorunu çözülmese de, eğitim çökse de, yeter ki “laiklik elden gitmesin” korkusu canlı tutulsun; aidiyet canlı kalıyor, oy devam ediyor.

Son yerel seçimlerde İmamoğlu zaferi bu tezi çürütecek gibi göründü ama aslında tam tersine doğruladı…

İmamoğlu’nun kazanması, “biz hâlâ varız, hâlâ bu ülkenin sahibi bizleriz” mesajını verdi.

Zaferin içeriği (belediye hizmetleri, projeler vs.) değil, sembolik anlamı önemliydi: “Kaybetmedik, kaybetmeyeceğiz.”

Yani yine aidiyet…

Kısacası CHP seçmeni, Maslow’un piramidinde üçüncü basamakta konforlu bir balkon yaptırmış ve oradan aşağı inmeye de yukarı çıkmaya da niyeti yok….

Alt basamaklar zaten tamam, üst basamaklar ise aidiyet duygusunu riske atacağı için tehlikeli görülüyor.

Bu yüzden 47 yıldır aynı yerde sayıyor; çünkü seçmen “kazanmak” değil, “ait olduğu grubu korumak” istiyor…

Maslow yaşasaydı muhtemelen şöyle derdi: “Bazı toplumlar piramidin bir basamağında öyle derin bir konfor alanı yaratır ki, insanlığın geri kalanı merdivenleri tırmanadursun, onlar balkonda nargile içmeye devam eder.”

CHP seçmeni şu anda tam da o balkonda…

AZ DA SAĞLIK…

Rinovirüsler (nezlenin en sık sebebi) genellikle burun ve boğaz mukozasında zaten bulunabiliyor. Ama bağışıklık onları baskı altında tutuyor.

Soğuğa maruz kalındığında:

▶Burun damarları büzülüyor → Savunma hücreleri mukozaya daha az ulaşıyor.

▶Mukoza ısısı düşüyor → Virüslerin çoğalması kolaylaşıyor (rinovirüsler 33°C civarında, yani serin ortamda daha hızlı çoğalıyor).

▶Doğal bağışıklık tepkisi zayıflıyor → Antiviral proteinlerin (interferon gibi) üretimi azalıyor.

Sonuç: Normalde sessizce duran ya da hafif baskılanmış virüsler aktive olup hızla çoğalmaya başlıyor.

-Soğuk havada üşümek tek başına hastalık yapmaz.

-Ama burunda “uyur halde” bulunan virüsleri aktive ederek nezleye yakalanmayı kolaylaştırır.

Annelerin “soğukta kalırsan hasta olursun” uyarısı kısmen doğrudur: Asıl sebep virüslerdir ama soğuk, onlara çalışmak için en uygun zemini hazırlar.

NE DEMİŞ?…

"...Evde elinde kumandasıyla oturan pijamalıya sesleniyorum. Ya meydanlara çıkacaksın bu darbe (!?) ile yüzleşeceksin, nereye davet ediliyorsan oraya güç vereceksin ya da sonra hiç hayıflanmayacaksın!"

-Özgür Özel