Zengin olmakla, parayı nasıl harcayacağını bilmek arasında derin bir uçurum var. Üstelik bu fark, banka hesaplarının büyüklüğüyle kapanmıyor; tam tersine, bazen daha da derinleşiyor. Ne yazık ki bugün, lüksü sadece etiketlerden ibaret sanan, parayı sadece gösteriş aracı olarak kullanan yeni bir "zenginlik" anlayışıyla karşı karşıyayız.

Sosyal medyada görmeye alıştığımız sahneler: Altın varaklı kahve fincanında içilen latte, lüks otomobilin önünde verilen pozlar, sadece fiyatı yüksek diye alınan ama hiçbir anlam taşımayan objeler... Bu gösteriler, estetikten ve zevkten çok uzak, yalnızca tüketimin yüksek sesle bağıran hali.

Oysa zenginlik, sadece para kazanmakla değil; parayı nereye, nasıl ve ne uğruna harcadığınla da ilgilidir. Kimi insan vardır, büyük servetlere sahip değildir ama bir tabloyu alırken sanatçısını bilir, bir mekânda yemek yerken geçmişini merak eder. Zevk sahibidir; çünkü hayatı sadece tüketmek için değil, anlamak için yaşar.

Gerçek zenginlik, çevresini güzelleştiren, üretime katkı sağlayan, iz bırakandır. Parayla birlikte gelen gücün farkında olan ve bu gücü sadece kendine değil, topluma da yatırım yaparak kullanan kişilerdir asıl “zengin” olanlar.