Eskişehir Özel Ümit Tıp Merkezi, Uzman Klinik Psikolog Mustafa Arı, YKS Sınavı öncesinde öğrencilerde sıkça görülen sınav kaygısına ilişkin önemli açıklamalarda ve önerilerde bulundu.

Açıklamasına öncelikle korku ve kaygı arasındaki farka değinerek başlayan Uzman Klinik Psikolog Mustafa Arı, korkunun nesnesi belirli olan bir şeye karşı duyulan bir duygu olduğunu, ancak kaygının nesnesi belli olmadığını belirtti. “Örneğin örümcekten korkarız ama örümceği gördüğümüzde kaygılanmayız” diyerek konuya açıklık getiren Arı, kaygıyı bir bilinmezliğin daha çok tetiklediğini vurguladı. Sınav kaygısı olarak tanımlanan olgunun, sınavın kendisine karşı duyulan bir korku olmadığının altını çizen Mustafa Arı, “Sınav sonucunda ne olacağına dair yaşanan bilinmezlik insanı kaygıya sürükleyen faktördür” dedi.

Sınav kaygısını oluşturan unsurlar
Sınav kaygısını oluşturan temel faktörlere de değinen Arı, şunları dile getirdi:
“Temel faktörler; kişinin sınava yüklediği anlam, kişinin ailesinin ve yakın çevresinin beklentileri ve kişide oluşan ve gerçekçi olmayan düşüncelerdir. Yani sınavdaki başarı ile birlikte sevilmek, iyi bir insan olmak, kabul görmek kavramları arasında direkt bir bağlantı kurmak da kaygıyı oluşturan faktörlerdendir. Sınav kaygısı, sınav yaklaştıkça artar. Bir eşiğe ne kadar uzak olursak, psikolojik olarak o bizi o kadar az tedirgin eder. Yaklaştıkça da tedirginlik ve kaygı da artış gösterir.”

Kaygının belirtileri
Sınav kaygısı yaşayan çocuklarda görülen fiziki ve ruhsal durumları da aktaran Arı, çarpıntı, mide bulantısı, terleme gibi belirtilerin fizyolojik belirtiler olduğunu ifade etti. Sınav kaygısı görüldüğünde, çocuklarda, ‘yapabildiğim soruları bile yapamıyorum’ gibi geri dönüşler yaşanmasının, aileler için en büyük sınav kaygısı ipucunun olduğunun altını çizen Arı, ayrıca çocukların başarısında görülen ciddi düşüşün de sınav kaygısının en belirgin özelliklerinden biri olduğunu da sözlerine ekledi.

Kaygıyla başa çıkma yolları
Kaygıyla başa çıkmak için yapılması ve yapılmaması gerekenler hakkında da öneri ve bilgi sunan Arı şu şekilde konuştu:
“Sınav kaygısının temelinde 2 ayrı durum söz konusu. Bunlardan birincisi, çocuk çalışmamış ve kaygılıdır. Burada çok yapılabilecek bir şey yok. Burada aslında bir pişmanlık ya da bir vicdan daha çok ön plana çıkan duygulardır. Belirli bir düzeyde duyulan, yaşamsal olağan akışı çok da etkilemeyen ufak çaplı kaygıları, kaygıdan ziyade olayın ciddiyetini kavrama olarak düşünebiliriz. Burada asıl ele alınması gerekilen nokta şudur: Gerçekçi olmayan düşünceler. Yani çocuk çalışmış, konulara hâkim ve bir eksikliği yok fakat garip bir kaygı içerisinde. İşte bu ciddi bir sınav kaygısıdır. Başa çıkma yollarında da, uyku ile kaygı arasında çok ciddi bir bağlantı olduğunu öncelikle vurgulamamız lazım. Sağlıklı ve doğru zaman aralığında alınan uyku kaygı seviyesini azaltıyor. Bunun dışında, düzenli beslenme çok önemli. Ben öğrencilere düzenli 15-30 dakika açık havada yürüyüşler yapmalarını da öneriyorum. Nefes egzersizleri, doğru nefes alıp vermek de stresi ve kaygıyı azaltıyor. Ne yapılmaması konusunda özellikle önerim, sınava girişe son 10 gün kala, kesinlikle dışarıdan bir şey yiyip içmemeleridir. Hastalanabilirler, mideleri bozulabilir, bu onların stresini çok arttırır. Bir diğeri de arkadaş ve aile ortamlarında çok fazla sınav konusunun açılmaması gerekiyor. Bu faydalı bir şey değil.“

Aileye düşen görevler
Sınav kaygısı yüksek olan çocuklarda ailelerin, fazla mükemmeliyetçi, daha başarılı yetiştirmeye çalışmaları, başka kişilerle çocuklarını kıyaslamaları örnek vermeleri, sınava az kaldı, deneme çözmeye devam et gibi ifade ve yaklaşımların çok yanlış olduğunu dile getiren Arı, sınava girecek olan herkesin öncelikle dikkat eksikliği açısından değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Eğer çocukta elinde olmayan durumlardan kaynaklı olarak bir dikkat eksikliği, odaklanmada bir problem yaşama sorunları varsa, dönem başından bunun psikolojik açıdan çözümlenmesinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Arı, “Veliler çocuğunun aldığı eğitimin aşamalarını bilerek çocukla diyaloğa girmesi, çok daha yapıcı olur. Çünkü ailenin içi rahat ediyor ve sınava girecek olan kişi aileden böyle daha bilinçli bir yaklaşım aldığında çok daha motive oluyor. Çocuğa yapma etme, çıkamazsın, gidemezsin gibi cümleler yerine, bu kadar konuyu bitirdiniz, daha az konu kaldı, sen bunun üstesinden gelirsin ben sana güveniyorum şeklinde bir yaklaşım sergilemek kaygıyı, stresi azaltır. Çocuk motive olur” şeklinde konuştu.

Hangi durumlarda uzman desteğine başvurulmalı?
“Eşik aşıldığında, işlevsellik bozulduğunda, uykularda ve beslenmede düzensizlik yaşandığında, ders çalışırken aşırı terlemeler, ağlamalar, öfkede çok ciddi bir yükseliş ve sosyal hayatta ciddi bir işlevsellik bozulması yaşanıyorsa, o zaman ailelerin bir uzmana başvurmalarında yarar var” diyen Arı, sınava az bir süre kala uzmana başvurmanın ise tedavi açısından bazen yeterli olmayabildiğini ifade etti. Arı son olarak şunları söyledi: “ Bu durum ciddi bir değerlendirme gerektiren bir durumdur. Eğer erken dönemde bir başvuru aldıysak, bireyin dikkat düzeyini öncelikle ölçüyoruz. Diğer taraftan aile ile çocuk arasındaki diyalogların iyi düzenlenmesinde rol oynuyoruz. Ayrıca çocuğun sosyal hayattan koparmadan ve sınavı da bırakmadan kaliteli bir şekilde gündelik yaşamını şekillendirmede destek oluyoruz. Özellikle de son senede olan gençlerin, derslerle çok boğulmaması da önemli. Okul-dershane-etüt üçgeni arasında sıkışan çocuklarda kaygı artabilir. Çocuğa nefes aldıracak alanlar da yaratılmalıdır.”