Sevgi eksikliği, insanın iç dünyasında derin bir boşluk bırakıyor. Görünürde güçlü ama içeride kırık bir nesil yetişiyor.Giderek hızlanan, ekranlara sıkışan hayatlarımızda birçoğumuz farkında olmadan en temel ihtiyaçlarımızdan birini kaybediyoruz: sevgi.
Son yıllarda Türkiye'de yalnızlık, değersizlik hissi ve duygusal kopukluk büyük bir artış gösterdi. Artık birçok insan güçlü görünmek için sevgiye ihtiyaç duymadığını söylüyor. Ama içten içe ciddi bir çoğunluk ilgiye, şefkate, dokunulmaya ve sevgiye ihtiyaç duyuyor fakat bunu yansıtmak istemiyor.
Sevgi, tıpkı su ve oksijen gibi psikolojik bir gereksinimdir. Çocuklukta veya yetişkinlikte sevgi eksikliği yaşayan bireylerde, beyin adeta hayatta kalma moduna geçer. Bu da sıklıkla kronik stres, anksiyete ve ilişkilerde güvensizlik olarak karşımıza çıkıyor.
Araştırmalar, sevgi ve aidiyet duygusundan yoksun bireylerin daha sık depresyon, öfke kontrol sorunları ve bağımlılıklara yöneldiğini ortaya koyuyor. Özellikle dijital çağda “görünür olma” çabası, gerçek bağların yerini sanal beğenilere bırakıyor.
Üstelik sevgi eksikliği yalnızca bireyi değil, toplumun dokusunu da zedeliyor. Bir toplumda insanlar birbirini dinlemeyi, anlamayı ve şefkati unuttuğunda, empati yerini öfkeye bırakıyor. Bu da sosyal ilişkilerde kırılganlığı artırıyor.
Bir toplum düşünün…
İnsanların birbirine güvenmediği, kimsenin kimseyi dinlemediği, herkesin güçlü görünmeye çalıştığı bir toplum.İşte sevgi eksikliğinin asıl karanlık yüzü bu.
Uzman Klinik Psikolog Kaan Üçy





