Türkiye’nin ekonomik sıralaması, yıllardır IMF tablolarında, Dünya Bankası raporlarında ve uluslararası haber başlıklarında aynı sayılarla tanımlanıyor:
Nominal gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) bakımından 17’nci büyük ekonomi…
Satın alma gücü paritesine (SAGP/PPP) göre 11’inci ya da 12’nci…
Ve kişi başı gelirde, Avrupa ortalamasının yarısına bile ulaşamayan bir ülke…
Ancak bu tabloda bir eksik var — hatta belki en büyük satır boşluğu orada duruyor: kayıtdışı ekonomi.
⸻
“İstatistikte görünmeyen, pazarda nefes alıyor”
Türkiye’de, resmî ekonominin arkasında yaşayan koca bir “ikinci Türkiye” var.
OECD ve Dünya Bankası verilerine göre ülkenin toplam ekonomik faaliyetinin en az %40 ila %50’si kayıtdışı.
Bu oran, Avrupa Birliği ortalamasının üç katı, Almanya’nın neredeyse beş katı.
Bu demektir ki, bugün 3,7 trilyon dolarlık SAGP bazlı GSYH’ye sahip görünen Türkiye’nin, aslında ürettiği toplam reel değer 5,5 trilyon doların üzerinde olabilir.
Yani kişi başı gelir, resmi istatistiklerde 36 bin dolar görünürken, gerçekte 64 bin dolar seviyesinde bir yaşam üretimi söz konusu olabilir.
⸻
Bir istatistik, iki hayat
Bu çelişki, rakamdan çok daha fazlasını anlatır.
Bir yanda devletin vergi alamadığı, istihdamın kayıt dışına sığındığı milyonlarca küçük işletme;
öte yanda bu görünmeyen gelirin yarattığı tüketim, canlılık ve şehir ekonomisi…
Türkiye’de kayıtdışı ekonomi, bir yandan sistemin çökmesini engelleyen bir tampon görevi görürken, diğer yandan sistemin olgunlaşmasını engelleyen bir zincir haline geliyor.
Çünkü kayıtdışılığın olduğu yerde kayıt yoktur;
kayıt yoksa gelir adaleti de, kamu hizmeti de eksik kalır.
⸻
Kayıtdışı refahın paradoksu
Bu görünmeyen üretim, ülkeyi fiilen İtalya–İspanya bandına taşıyabilecek güçte.
Ama bu “zenginlik” ne sosyal güvenceye dönüşüyor, ne de geleceğe yatırım olarak kalıyor.
Vergisiz kazançla dönen çark, devlete değil bireye çalışıyor —
ama birey de o kazancı güvenli bir sistem içinde değerlendiremiyor.
Bu yüzden Türkiye, bir yandan “gerçekte daha zengin”, öte yandan “hissedilir biçimde daha yoksul” bir ülke haline geliyor.
Bu paradoks, istatistiklerin değil, sokaktaki insanın deneyiminin gerçeği.
⸻
Avrupa ile fark: fiyatlar değil, sistem
Satın alma gücü paritesi, yani “bir doların her ülkede ne kadar alım gücü olduğu”, Türkiye’nin bazı Doğu Avrupa ülkeleriyle artık eşitlendiğini gösteriyor.
Ama fark, sadece gelirde değil, sistemde.
Romanya’da düşük gelirle yaşayan bir vatandaş, sağlık ve eğitim hizmetini kamu güvencesiyle alabiliyor.
Türkiye’de ise, benzer alım gücüne sahip biri, aynı hizmetleri kendi cebinden karşılamak zorunda.
Yani Türkiye’nin “görünmeyen zenginliği”, kurumsal yoksulluğun içine sıkışıyor.
⸻
Gerçek büyüklük, adaletle ölçülür
Eğer Türkiye ekonomisinin %50’si gerçekten görünmeyen bir hacimle dönüyorsa, bu ülke dünyanın 8. veya 9. büyük ekonomisi olabilir.
Ama bu sıralama, sokakta yaşayan vatandaş için ne ifade ediyor?
Bir ülke sadece ürettiğiyle değil, paylaştığıyla büyür.
Eğer üretimin yarısı kayıt dışına sığınıyorsa, refahın yarısı da kayıptır.
Devletin kayıt dışını görmezden geldiği her durumda, vatandaş da devleti “kayıt dışı” sayar.
Bu yüzden Türkiye’nin en büyük ekonomik reformu artık faiz, kur veya büyüme politikası değil;
şeffaflık, adalet ve güven politikasıdır.
⸻
Son söz
Türkiye, görünürde orta gelirli, gerçekte yüksek üretimli bir ülke.
Ama “görünmeyen ekonomi” bu potansiyeli kamusal refaha çeviremiyor.
Sokakta hâlâ yoksulluk, raflarda hâlâ pahalılık varsa, mesele büyüklük değil, dağılım meselesidir.
Ekonomik gücümüzün yarısı kayıt dışıysa, gerçeğimizin yarısı da karanlıkta kalıyor.
Ve karanlıkta kalan her şey gibi, o güç de sonunda eriyor.
AZ DA SAĞLIK…
Çok yaygın olarak kullanılan 186 ilacın %90’ı bağırsak mikrobiyotasını etkiliyor.
Bu ilaçların neredeyse yarısı, kullanım bittikten yıllar sonra bile devam eden mikrobiyota değişikliklerine yol açıyor.
Antibiyotikler, bağırsak bozulmasının en güçlü ve en kalıcı sebebidir.
Benzodiazepin, beta bloker, kortizon ve mide koruyucular gibi antibiyotik olmayan ilaçlar da mikrobiyota bileşimini değiştirir.
Bağırsak sağlığını geri kazanmak için: Gereksiz ilaçları almayın veya azaltın…
NE DEMİŞ?..
Yasalardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?..
-Michel de Montaigne