Yarın Cumhuriyet’imizin 99. Yılını kutlayacağız.

100. Yıla bir yıl kaldı.

En büyük bayramımızı büyük bir coşkuyla kutlanacak.

“Benim vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen büyük Atatürk’ü bir kez daha özlem, minnet ve rahmetle anıyoruz.

Bugün köşemizi ondan birkaç anıya ayırdık.

ZÜBEYDE HANIM’IN NASİHATİ

Annesinin elini öpüp vedalaşırken, bir çay ziyafetine gittiğini söylemişti. Zübeyde Hanım onun üniformasına, çizmelerine bir göz attıktan sonra: “Bu çay ziyafeti değil” dedi.

Mustafa Kemal onu yatıştırarak yanından ayrıldı.

Annesi daha sonra bölge komutanına telefon ederek, nerede olduğunu sordu ve kendisine çay ziyafetinde olduğu söylendi.

Zübeyde Hanım “Hayır, biliyorum savaşa gitti.” Diyerek oğluna bir mektup yazdı. “Oğlum seni bekledim. Gelmedin. Çaya gittiğini söylemiştin bana. Ama cepheye gittiğini biliyorum. Senin için dua ettiğimi bilmeni isterim. Savaşı kazanmadan sakın gelme.”

ÖĞRENCİ GÖZÜNDE ÖĞRETMEN

Çankaya’da bir ilkokul açılmıştı. Köşkün çevresinde bulunan bu okulu bir gün Atatürk ziyaret etti. Öğretmen tahta başında öğrencilere ders veriyordu. Cumhurbaşkanı girer girmez saygı işaretini verdi, çocuklar ayağa kalktı ve oturunuz işaretini verdikten sonra yüzünü tahtaya çevirerek derse devam etti. Atatürk, beş on dakika ayakta ders dinledi ve çıkarken öğretmen yine aynı ses, aynı eda ile çocukları ayağa kaldırdı, sonra oturunuz işareti verir vermez derse devam etti.

Gazi kapıdan çıkarken yanındakilere:

– “Gördünüz mü öğretmeni? Cumhurbaşkanına önem vermedi” dedi ve ilave etti:

– “İlköğretmen vatanın en hayırlı elemanı. Onlar vatan çocuklarıyla o kadar kaynaşmışlardır ki, adeta çocuklaşmışlardır. Onların gözünde en sevgili öğrencileridir. Bu öğretmen eğer dersini bırakıp saygısını göstermek için yanıma gelseydi ve çıkarken beni merdivenlere kadar geçirse idi, öğrencilerinin gözünde küçülür, belki prestijini kaybederdi. Öğrenci gözünde en saygılı, en büyük adam öğretmendir.” dedi.

YANINA ALDIĞI İLK ER

O, Samsun’a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O’na sordu:

– Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?

Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar’daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.

– Söyle niçin ağlıyorsun?

İç Anadolu’nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:

– Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, erin omzuna elini koydu:

– Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!

Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.