“Yıl, 1997’dir… Hakim Arif Hikmet Korkmaz 6 yıldır Eskişehir Ağır Ceza Reisi’dir. 63 yaşındadır. Emekliliğine 2 yıl kalmıştır. 28 Şubat gündemdedir. REFAHYOL Hükümeti iktidardır. Adalet Bakanı Şevket Kazan’dır. Kamuoyunda, uzun saçları, sakalları ve asalarıyla tanınan Aczmendiler, Eskişehir Özel Tip Cezaevi’nde tutukludur. Yargılanmaları yapan Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hakim Arif Hikmet Korkmaz’dır. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, sanıkları cezaevinde ziyaret eder. Bu ziyaretin anlamı hükümetin ve bakanlığın sanıkların arkasında olduğunu göstermektir. Bu bir anlamda mahkemeye uyarıdır. Ve…Ziyaret sonrası sanıkların mahkemeye karşı saygısız tavırları artar. Hakim Arif Hikmet Korkmaz ne bakanlığın ne de sanıkların baskılarına boyun eğer. “Üstüme gelmeyin adliyenin önünde cübbemi yakarım” der. Bu tavır karşısında Bakanlık, Hakim Arif Hikmet’i, Ankara’ya tayin eder. Bunun üzerine Hakim Arif Hikmet dediğini yapar ve adliyenin önünde cübbesini yakmaz ama; “Siyaset mahkeme salonuna girerse, adalet kaçar” diye tabela asar. Sözün altına da büyük harflerle isminin baş harflerini “A.H.K.” yazar. Tabela Ağır Ceza Mahkemesi Duruşma Salonu’nun girişinde bir süre duvarda asılı kalır. Daha sonra Eskişehir Cumhuriyet Başsavcı vekili Mehmet Şerif Eren’in emriyle kaldırılır. Arif Hikmet Korkmaz… Bir yiğit hakim… Bugün hayatta değildir. Ama örnek bir hukuk adamı olarak adını ölümsüzlük listesine yazdırmıştır. Yani… Türkiye’de hakimler vardır ve hep olacaktır; tüm baskılara rağmen!” Bu satırlar Soner Yalçın’a ait. Geçtiğimiz günkü Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinden aldım. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Amasya Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde açılan Yeni Çeltek Devrimci Yol Davası’nın İdam sanığı Hasan Kaplan’ın kitabından alıntılar yapmış. 1990’lı yılların başından itibaren Eskişehir’de görev yapan hakim Arif Hikmet Korkmaz’ı anlatıyor. Bu gazetenin kurucusu rahmetli Ethem Karaca’nın yakın arkadaşıydı Korkmaz, zaman zaman gazeteye gelir sohbetler ederdik Ayrıca o yıllarda mahkemeleri gazeteci olarak rahatlıkla izleyebildiğimiz, bol bol fotoğraf çektiğimiz bir dönemdi. Basın ile arası çok iyiydi, hoşgörülüydü, babacandı. En ağır ve ciddi davalarda bile duruşma sırasında söylediği bir kelime mahkeme salonunu, hatta sanığı bile güldürebilirdi. Hulusi Kentmen’e benzetilirdi. Benzerdi de. Gerek mahkeme salonunda, gerekse salonun dışında gazetecilerle sohbet etmeyi severdi. Ders niteliğinde öğütler verirdi. Sohbeti, kendine has şivesiyle doyumsuz olurdu.