Devlet Bahçeli, Türk siyasetinin en uzun soluklu ve en istikrarlı aktörlerinden biri olarak, bir kez daha “devlet aklı”nın vücut bulmuş hâline dönüştü.

PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın, terör örgütünün tasfiyesi ve Türkiye’nin birliğine vurgu yaparak yaptığı çağrı ile başlayan süreçte, MHP Genel Başkanı’nın takındığı tavır, basit bir “destek” açıklamasından çok öte, tarihî bir sorumluluk üstlenmenin göstergesidir….

Bahçeli, İmralı’dan gelen mesajı “devletin bekası” ekseninde okuyarak, bu çağrının terörle mücadeleye ve millî birlikteliye hizmet edebileceğini ifade etti.

Bu duruş, kimilerince “çark” ya da “taviz” olarak yorumlandı…

Oysa gerçek tam tersidir: Bahçeli, 25 yıllık siyasi çizgisinde hiç fire vermediği “Türk milliyetçiliği” ve “devletin bölünmez bütünlüğü” ilkelerini, bu kez bir fırsat penceresi açarak daha ileri bir noktaya taşıma iradesi göstermiştir…

Büyük devlet adamlığı tam da budur:

İdeolojik körlükle değil, ülkenin gerçekleriyle yüzleşerek hareket etmek…

1990’lardan beri “idam” talebinden, 2015’te “asalım” restine, oradan 2018-2023 arasında çözüm sürecinin rövanşist eleştirilerine kadar uzanan sert çizgisini herkes bilir.

Ama Bahçeli aynı zamanda 7 Haziran-1 Kasım arasında ülkenin kaosa sürüklenmesini engelleyen, 15 Temmuz gecesi “devletin yanında” durarak darbenin moral zeminini çökerten, 2018’den beri Cumhur İttifakı’nı ayakta tutarak Türkiye’nin beka mücadelesinde kilit rol oynayan liderdir…

İmralı konusunda sergilediği tavır, işte bu birikimin sonucudur.

Öcalan’ın “silah bırakma” ve “örgütün kendini feshetmesi” çağrısını, devletin kontrolünde ve hukuki çerçevede bir fırsata çevirme önerisi, aslında Bahçeli’nin 2024 Ekim ayından beri dillendirdiği “terörle mücadelede yeni bir sayfa” tezinin doğal uzantısıdır…

Kılıçdaroğlu döneminde “Kandil’le pazarlık” ithamına maruz kalanlar, bugün Bahçeli’nin devlet denetiminde, şeffaf ve hukuki bir süreç önerisine “U-dönüşü” yaftası yapıştırmaya çalışıyor.

Bu, siyasi körlükten başka bir şey değildir.

Bahçeli, Kandil’in değil, devletin iradesinin hâkim olacağı bir zemini işaret ediyor.

Bu, taviz değil, tam tersine 40 yıllık kanlı bilançoyu bitirme iradesidir.

Unutmayalım:

Devlet Bahçeli, 1999’da Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirildiği günlerde “idam” diye haykıran liderdi.

Bugün aynı Bahçeli, idam cezasının fiilen uygulanamadığı bir dünyada, örgütün tasfiyesini sağlayacak bir siyasal çözümü konuşuyor.

Bu, zayıflık değil, olgunluktur.

Bu, ideolojik saplantı değil, pragmatik devlet aklının ta kendisidir.

Türkiye, 1984’ten beri 40 binin üzerinde evladını teröre kurban verdi.

Analar ağlamasın diye atılan her adım, eğer devletin kontrolünde ve hukuka uygun olacaksa, desteklenmelidir.

Bahçeli’nin yaptığı tam da budur: “Analar ağlamasın” diyen bir milliyetçinin, millî birlik için elini taşın altına koymasıdır.

Sonuç olarak;

Bahçeli’nin İmralı konusundaki tavrı, küçük hesapların, günlük polemiklerin çok ötesinde, büyük bir devlet adamlığına yakışan cesur ve sorumlu bir duruştur…

Tarih, bu tavrı “ülkede barış ve huzurun kapısını aralayan sağduyu” olarak yazacaktır.

Kalemine sağlık Sayın Bahçeli;

Bu millet, devletinin bekası için gerektiğinde risk alan liderlerini unutmaz…

AZ DA SAĞLIK…

Kış günleri için ideal ev sıcaklığı 20 derecedir, yatak odaları 18-19 olursa daha iyi olur.

Evin nemi ise %45-50 arasında olmalıdır.

NE DEMİŞ?…

1700’lü yılların başında, Poltova’da Rus Çarı Deli Petro’ya mağlûp olup, Osmanlı Devleti’ne sığınan İsveç Kralı Demirbaş Şarl, Türkler hakkında şöyle demektedir:

“Poltova’da esir oluyordum, bu benim için bir ölümdü. Kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi. Önümde su, ardımda düşman, tepemde alevler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak ve güneş beni eritmek istiyordu. Gene kurtuldum. Fakat, bugün esirim. Türkler’in esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar. Beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok, zindanda da değilim. Hürüm, istediğimi yapıyorum. Lâkin gene esirim. Şefkatin, alicenaplığın, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar şefkatli, bu kadar alicenap, bu kadar asil ve bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilseniz ne kadar tatlı...”