Bir kitap açıldığında, aslında sadece bir cilt değil; bir dünya açılır insanın önüne. Sayfalar arasında dolaşırken geçmişin hayaletleriyle tanışır, uzak coğrafyaların rüzgârını hisseder, hiç yaşamadığımız hayatların tam ortasında buluruz kendimizi.

Ama ne yazık ki, bu büyüye yaklaşanların sayısı gün geçtikçe azalıyor. Kitap okuma alışkanlığı, ne yazık ki artık sadece "alışkanlığı olanlar"ın bir ritüeli. Geri kalanlar için okumak, zamanın artık "boşa harcanamayacak" bir lüksü gibi görülüyor.

Halbuki okunan her kitap, hayatın kendisine verilen bir moladır. Bilgisayar ekranları, telefon bildirimleri, akışlar ve algoritmalar arasında sıkışıp kalan zihnimizin temiz hava alması için tek gerçek pencere, kitaplardır. Bazıları "okuyamıyorum çünkü zamanım yok" der. Oysa hepimiz günde saatlerimizi ekrana gömülü geçiriyoruz. Burada mesele zamandan çok, öncelik meselesidir. Kitap okuyan biri zamanı yönetmeyi öğrenmiştir; sadece saatleri değil, duygularını, öfkesini, sabrını da kontrol etmeyi bilir. Çünkü kitaplar sabırla okunur ve sabırla büyütür insanı.

Özellikle çocuklara kitap alışkanlığı kazandırmak için oyuncaklar gibi süslü yöntemler gerekmiyor. Onların yanında kitap okuyan bir ebeveyn, en büyük öğretmendir. Çünkü çocuklar söylenenden çok, görüleni öğrenir. Okumak sadece bilgi biriktirmek değildir; empati kurmak, hayal etmek, sorgulamak, direnmek, anlamaya çalışmaktır. Bir kitabın kapağını açmak, dünyaya bir başka açıdan bakmayı kabul etmektir. Ve ne acıdır ki, toplumların en sessiz çöküşü kitaplardan uzaklaştıkları an başlar. Kitap okuma alışkanlığı, aslında bir kişisel devrimdir. Reklamsız, gürültüsüz, ama sarsıcı bir değişimdir bu. Yalnız kalmayı öğrenmenin, düşünmeyi sevmenin, suskunlukta anlam bulmanın yoludur.

Belki bir kitap tüm hayatınızı değiştirmez ama sizi değiştirir. Ve siz değişince, hayat da değişir.