Toplum olarak sıkça duyduğumuz bir cümle var: “Şiddet, kime karşı yapılırsa yapılsın, yanlıştır.”
Peki, bu cümleyi ne kadar içselleştirdik?..
Gerçekten şiddetin her türlüsüne aynı kararlılıkla karşı duruyor muyuz, yoksa bazı şiddet türlerini “daha az kötü” ya da “haklı” gibi etiketlerle meşrulaştırmaya mı çalışıyoruz?
İşte bu yazıda, şiddetin hiçbir türüne, hiçbir gerekçeyle geçit vermememiz gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum…
Şiddet, insanlık onuruna vurulan bir darbedir.
Kadına, erkeğe, çocuğa, hayvana, doğaya ya da bir fikre karşı uygulansın; şiddet, her zaman bir yıkım, bir tahakküm ve bir acizlik göstergesidir.
Ne yazık ki, toplumumuzda şiddeti kategorize etme, bazı türlerini “tolere edilebilir” görme eğilimi var.
Mesela, “Ama o da hak etti” ya da “Bu bir sevgi gösterisi” gibi bahanelerle fiziksel, duygusal ya da psikolojik şiddeti normalleştirmeye çalışanlar oluyor.
Hayır…
Şiddette “ama” olmaz.
Şiddette “pozitif ayrımcılık” olmaz.
Kadına yönelik şiddet, hepimizin yüreğini yakan bir gerçek.
Ancak bu, erkeğe, çocuğa ya da başka bir canlıya yönelik şiddeti görmezden gelmemizi gerektirmez.
Her biri aynı derecede insanlık suçudur.
Sokakta bir kadına kalkan el de, bir çocuğun ruhunda açılan yara da, bir hayvanın canına kasteden vahşet de aynı karanlığın ürünleridir.
Şiddeti bir “cinsiyet meselesi” ya da “güç dengesi” üzerinden sınıflandırmak, onun kökünü anlamamızı zorlaştırır.
Şiddet, bir zihniyet sorunudur ve bu zihniyeti değiştirmeden hiçbir yara tam anlamıyla iyileşmez.
Peki, ne yapmalıyız?
İlk adım, şiddeti meşrulaştıran her türlü söylemi reddetmek.
“Erkek yaparsa şiddet, kadın yaparsa savunma” gibi ikiyüzlü yaklaşımlar, sadece toplumsal yaraları derinleştirir.
İkinci adım, empatiyi ve diyalogu güçlendirmek.
Şiddet, çoğu zaman iletişim eksikliğinden, öfkeden ya da öğrenilmiş çaresizlikten doğar.
Okullarda, ailelerde, medyada ve sosyal medyada bu döngüyü kıracak bir bilinç oluşturmalıyız.
Çocuklarımıza, sevgiyle, saygıyla ve sabırla sorun çözmeyi öğretmeliyiz.
Unutmayalım, şiddet bir güç gösterisi değildir; tam tersine, zayıflığın itirafıdır.
Güçlü olan, öfkesini kontrol eder, farklılıklara saygı duyar ve barışı inşa eder.
Şiddetin her türlüsüne karşı durmak, insan olmanın gereğidir.
Bu yolda, hiçbir mazeret, hiçbir ayrımcılık kabul edilemez.
Çünkü şiddette pozitif ayrımcılık olmaz.
Gelin, hep birlikte bu karanlığa bir ışık yakalım.
Şiddetsiz bir dünya, ancak hepimizin ortak çabasıyla mümkün.
AZ DA SAĞLIK…
Vitamin D’nin kemik mineral dansitesi, kırıklar ve düşmeye faydası olmadığı ortaya çıktı.
-Vitamin D kırık ve düşmeleri önlemiyor ve kemik mineral dansitesi üzerine de anlamlı klinik tesiri de tespit edilmedi.
-Yüksek ve düşük D vitamini dozları arasında bir farklılık bulunmadı.
-Kas iskelet sağlığını sürdürmek veya iyileştirmek için vitamin D kullanmak için yeterli gerekçe yoktur.
-Vitamin D sadece osteomalasi gibi riskin çok yüksek olduğu nadir durumlarda fayda sağlayabilir.
Bu sonuçlar klinik kılavuzlarda dikkate alınmalıdır.
! D vitamini ne kadar yüksekse o kadar sağlıklı olunur iddiasının, kolesterol ne kadar düşükse kalp krizi riskiniz o kadar azalır iddiasından hiçbir farkı yoktur.
! Biri ilaç endüstrisinin diğeri de besin desteği endüstrisinin pazarlama sloganıdır.
-Prof.Dr.Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA
NE DEMİŞ?..
Biz jöntürkleriz…
-Özgür ÖZEL