İç mekân ve cilt
Havaların soğuması ile istatistikler insanların zamanlarının yüzde 90’ını iç mekânlarda geçirdiğini gösteriyor. Kapılarımızı ve pencerelerimizi kapattığımızda, iç mekân kirleticileri evlerimizin içinde hapsoluyor. Üstelik mum yakmak, şömine kullanmak, yemek pişirmek ve temizlik yapmak gibi aktiviteler de bu dönemde havaya fazlasıyla kirletici salınmasına neden oluyor. Yanma barındıran durumlar, hem çok ince is ve karbon parçacıkları hem de NO₂ (Azon Dioksit) gibi gazlar yayıyor. Mumlar, oda spreyleri, difüzörler ve oda kokuları gibi ürünlerde bulunan esanslar genellikle Uçucu Organik Bileşikler (VOC) içeriyor. Temizlik ürünlerindeki kimyasallar da benzen ve formaldehit gibi gazlar yayabiliyor. Bu nedenle iç mekânlardaki kirletici seviyesi, dış ortamlara göre beş kata kadar daha yüksek olabiliyor.
Hava kirliliği, hava kalitesinin farkında olmamız gereken tek unsuru değil. Modern ısıtma ve iklimlendirme sistemleri de kuru havaya maruz kalma oranını artırabiliyor. Düşük nem, özellikle konveksiyon teknolojisine dayalı ısıtıcılarla ilişkili oluyor; çünkü hava ısındıkça genleşiyor ve daha fazla nem tutabiliyor, bu da bağıl nem oranının düşmesine yol açıyor. Hava çok kuruduğunda, ciltteki hassasiyetler artıyor ve farklı cilt sorunları tetikleniyor.
Cildin yapısı
Cilt, sürekli olarak çevresel uyarıcılara maruz kalıyor. En üst tabaka olan epidermisin yüzeyi (stratum corneum), cildin koruyucu bariyerini oluşturuyor. Bu tabakanın temel görevi, dışarıdan yabancı maddelerin vücuda girmesini önlerken, aynı zamanda hücrelerdeki suyun dışarı çıkmasını engellemek oluyor. Stratum corneum, cilt sağlığında önemli rol oynayan seramidler içeriyor. Bu bariyer, bir tuğla duvarına benzetiliyor: cilt hücreleri “tuğlaları”, seramidler ise bu tuğlalar arasındaki “harcı” oluşturuyor. Bu yapıyla cilt, dış etkenlere karşı güçlü bir koruma sağlıyor. Eğer stratum corneum zayıflıyorsa, seramidlerde “çatlaklar” oluşmaya başlıyor.
Kuru havanın cilt üzerindeki etkisi
Bu “çatlaklar”, cildin nemini kaybetmesine yol açıyor ve suyun cilt yüzeyinden daha kolay buharlaşmasına neden oluyor. Bu süreç, transepidermal su kaybı (TEWL) olarak adlandırılıyor. Normalde su, cildin derin katmanlarından (dermis) yukarıya doğru ilerliyor, epidermise ulaştığında da buharlaşarak atmosferde kayboluyor. Ancak soğuk ve kuru hava, bu su kaybını hızlandırıyor. Aşırı su kaybı cildi kurutuyor, pürüzlü, pul pul, kaşıntılı ve tahriş olmuş bir hâle getiriyor. Ve bu durum bir kısır döngüye dönüşüyor: Kuru hava cildin nemini aldıkça, cildin yapısı değişiyor. Bu değişiklikler, cildin nem tutma kapasitesini daha da azaltıyor.
Hava kirliliğinin cilt üzerindeki etkisi
Kuru havanın etkileri birkaç gün içinde hissediliyor. Ancak hava kirliliğinin cilt üzerindeki etkileri genellikle uzun vadede ortaya çıkıyor ve kısa sürede fark edilmesi zor oluyor. Bu konudaki en güvenilir araştırmalar, genellikle yıllar süren kohort çalışmaları oluyor. Bu çalışmalar, UV maruziyeti, beslenme, sigara kullanımı gibi faktörleri kontrol ederek hava kirliliğinin cilt üzerindeki bağımsız etkisini ortaya koymayı hedefliyor.
Kapsamlı araştırmalardan elde edilen bazı önemli sonuçlar:
- Partikül maddeye uzun süreli maruziyet, atopik dermatit (AD) geliştirme riskini bağımsız olarak artırıyor. PM seviyesindeki yalnızca 1 µg/m³ artış, yüzde 42 oranında daha yüksek AD riskiyle ilişkilendiriliyor.
- PM2.5 ve PM10 gibi hava kirleticilerine maruz kalmak, psoriasis (sedef hastalığı) riskini artırıyor. Uzun süreli PM2.5 veya PM10 artışı (her 1 µg/m³), sırasıyla yüzde 65 ve yüzde 30 oranında daha yüksek psoriasis riskiyle ilişkilendiriliyor.
- Partikül maddeye uzun süre maruz kalmak, erken cilt yaşlanmasıyla bağlantılı oluyor; özellikle üst dudak ve alın bölgesinde kırışıklıkların artmasına, pigment lekelerinin çoğalmasına neden oluyor.
- Katı yakıtla yemek pişirilen evlerde, yüzde %5-8 oranında yüzde daha belirgin kırışıklık, ellerde ise %74 oranında daha fazla ince kırışıklık görülüyor. Araştırmacılar, bunun pişirme sırasında oluşan hava kirliliğinden kaynaklandığını düşünüyor.
- Başka bir çalışma, hava kirliliğinin ciltteki yaşlanma belirtileriyle (pigment lekeleri ve kırışıklıklar dahil) doğrudan ilişkili olduğunu gösteriyor. İs ve trafik kaynaklı parçacıklara maruz kalmak, yüzde9 %20 daha fazla pigment lekesi oluşumuyla ilişkilendiriliyor.